Bazen zaman babımda sinsi bir yılanın ruhuna girer gibi zehrini boşaltır bir tarafıma. İşte şimdi de öyle bir an. Gelinciklerin yaprakları gibi hazanı yaşamaya mahkum kılmakta bizi en deli dolu anlarımızda. Bir tarafımızdan bir şeyler koparır gibi ruhunda eksik, düşüncende ise keşkelere yer verir. Cevabıyla buhrana çevirmekte zaman kendine bağlı olanları. İnan ki bende mi öyle bir duygu var; yaksa herkeste mi yaşanıyor bilemiyorum.

Isındığın, kendine yakın bir yürek atışı olarak kabul ettiğin gönülle ayrılma vakti geldiğinde, ma'nen olsa dahi içimde yıkımlar üzerine yıkımlar oluşmakta. Kader tüm dehşetiyle saldırmakta bana gidişinle yüreğimden.

Ama neylersin bazen hasretler ayrılıklar üzerine kurulu bir erguvan bahçesi; bazen de toprağın çehresindeki çatlakların yağmura beslediği umut gibi gelir insana. Ne güzel başlamıştık daha demincek hüzünler arasında ızdırapları paylaşmaya, onlardan kurulu anlamlar dünyasında bahçelerde erguvan renkli hayaller kurmaya. En kötü anda bile birbirimize derman olmaya, umutlarımıza umut olmaya karanlıkların dehlizlerinde.

Ne güzel başlamıştık gökyüzünden sağnak sağnak yıldızlar yağmaya başladığında birbirimize şemsiye olmaya. Ama ne yazık ki artık yoksun yokluğunun varlığında. Evet, sarı güllerin benzi solacak gidişinle titrek yüreğimin çehresinde. Akasya hışırtıları sahiplerini arayacak, ağıtlarını yakacaklar hoyratlaşan rüzgarın tavında… Karşı dumanlı tepelerden ağlama sesleri yükselecek bir daha anılmama korkusuyla… Uzaktan uzağa tebessüm eden yıldızlar göç katarına katılarak birer hicret kervanı olacaklar gidişinle..!

Lacivertleşen karanlık, aydınlığının yoksunluğunda zifiri çehresini sunacak insanlara gidişinle. Yerçekiminin dayanılmaz hafifliğine yenik düşen kurumuş yapraklarda kaybediliş ağıtları yükselecek zamanın boşluğunda. Merdivenlerde kulakların pası tutacak asude sesini duymayışlarıyla... İnsan bir zaman şahit olacak yokluğunun doğurduğu kedere; bir de arayıpta bulamayan mavi-yeşil gözlerinin vaveylasına.

O an kim bilir ab-ı hayat düşüncelerini kime sunmaktasın, o an kim bilir hangi gönülde beklenen bir konuksun. Kim bilir belki de hicranı bilen Yakup'un yanındasın. Melali anlamayan hangi yüreğe konuk olmaya gidiyorsun. Kim bilir belki de hazanda düşen yaprak gibi sonsuz bir yolculuktasın.

Ama unutmamalısın başı dumanlı da olsa bu şehrin masal gibi zamanlarında yine adına kandiller yanmakta bir taraflarda; eldeki ekmek tutan taş olmadığını unutma…

Unutma ki zaman ve mekan insanlar arası gerçekler üzerine kurulu, dostluklar da birer beyhude kavram olmaya mahkumdurlar. Gök olabildiğince açılır, zaman olabildiğince akar, dostluklar için ise kızıl ateş hep yanar, insanın içindeki ateş sönmediği müddetçe. Gidişinle..!

Zaten dost dediğin su gibi, ekmek gibi ihtiyaç duyulmasıdır, aranılmasıdır hayatın onulmaz akışında. Başa gelecek olursam ey dost!

Senin gidişinle daha melal bir hal alacağımı daha şimdiden sezinliyorum yüreğimin ummanlarında.