Günümüzde bir cep telefonu, kişinin bulunduğu yerden canlı yayın yapmasına elverişli.
İlk TV Canlı Yayın Aracı'nı TRT Logolu görürken, şaşırmamak elde değil. Zamanla minibüse, otomobile ve sonunda cep telefonuna kadar indi, canlı görüntülü yayınlar.
Elimizdeki manuel fotoğraf makinesine pil ve flim yetiştiremediğimiz yıllar.
Uzağı yakınlaştırma özelliği yok, makinada.
Pil biterse yedek olmalı, 36'lık pozdan birkaç adet.
Fotoğrafı çekmekle bitmiyor, mesele.
Banyo sonrası tab işi.
Tab, bildiğimiz baskı, banyo negatifin kimyasal işlemden geçirilmesi, yıkanması.
Günümuzde herkeste telefon ve her kes fotoğrafçı.
Kimi yarışmalarda telefonla çekilen fotoğraflar kabul edilir, oldu.
İşimiz gereği şehirlerin albümleşen fotoğrafları, ayrı merak.
Kimi kitap halinde yayınlanır kimi dergi ebadında.
Ödüller de az değil, çoğunlukla.
Kimi fotoğraf, bir yazarın yıllarını verdiği kitabından daha fazla getiri kazandırır, sahibine.
Bizde fotoğrafçıya kıymet verilmez, değeri bilinmez.
Semtte vesikalık kare çeken elbette işinin erbabıdır.
İşin sanat kısmı farklı.
Bu yarışmalar için komisyonlar kurulur, mektebini okuyanla okumayanlar arasından.
Kalkıp Abdullah Biraderleri bulmak mümkün değil.
Ara Güler de yok, bu arada.
Herkes fotoğrafçı olmuş gibi.
Birçok şehir konulu kitaplaşan albüm temin ettik.
Kim akıl etmişse dereceye giren bu albümlerin kimisinin adı Foto Maraton...
Mübarek fotoğraflar, koşarken mi çekilmiş?
Sanatkâr, atlet değil!..
Bu tür albümler çeşit çeşit.
Kimi alt yazılı kimi yazısız.
Fotoğraf sergisi de bizde akıl kârı değil.
Kitabının kabına bir fotoğrafımızı, içine de yazılarını hapsetmek isteyen yazara, izin şartını söyleyince kitabını hangi zorluklar içinde yazdığı savunmasına geçmez mi?
Her şey güzel de şehre ihanetle suçlanmak!..
Kendisi " hıyanet" buyurdu.
Karenin aynısını çekmesini, zaman olarak belirttik.
Sonuçta bir fotoğraf işte!..
Buyur, çek o zaman!..
Kitap kapaklarını eskiden ressamlar hazırlardı, zahmetle.
Şimdi bir fotoğraf bulunur, biraz el mahareti ve hile.
Dememiz o ki şehir fotoğrafçılığı ayrı bir incelik ister.
Bir kayadaki kitabeye ikindi sonrası güneş vurmadıkça ne kabartma ne yazı kendisini belli etmediği için, altı saatten fazla beklediğimiz olmuştur.
Şehir Araştırmaları Merkezi'nde şehir konulu fotograf kursları vererek, şehre dair fotoğraf arşivi oluşturma düşüncesi ağır bastı.
Siz de haftanın bir günü, bulunduğunuz yerden sokak sokak cadde cadde mahalle içlerine nüfuz ederek fotoğraf çekme merakına kendinizi verirseniz...
Üç senede hatırı sayılır bir arşive sahip olmama mümkün mü?
1990 ve bu gün...
Kana sirayet eden bir mikrop misali, bundan kurtuluş yok.
Ondandır, haftada bir başımızı alıp gitmemiz.
Ödül mü?
Oltayla balık avlayıp, balığı tekrar suya salan balıkçı gördünüz mü?
Her yıl, gezip dolaştığımız yerleri bir daha çeker, dururuz.
Belki bir ayrıntı elde edebilme adına.
Fotoğraf ayrı bir ustalık.
Makine ne derece önemli ise maharet çeken ellerde.
Soluk fotoğraflar vardır, düne ait bu gün hatırlanan.
Belki çeşme belki sokak belki kasr...
Mahallede oynayan çocuklar..
Okuldan dönenler...
Giyim-kuşam...
Bir esnaf karesi...
Bir bahçede dut silkeleyenler...
Bir bayram karesi...
Mezarlıkta toprak olmuş sevenlerinin hatıralarıyla göz yaşı okunan kare...
Askerlik hatırası bir fotoğraf.
Fotoğraf okumalarını iyi yapmak lazım.
Belki bir mezar taşı kitabesindeki tarih, birçok bilinmeyeni ortaya çıkartır.
Ya da bir yerde kıyısından köşesinden bir hamam.
Bir han, medrese, cami, kilise, köprü...
Fotoğraf okumalarını iyi yapmak lazım, şehri ve yaşanan mekânları anlamak ve anlatmak için.
Şehir araştırmalarında fotoğrafın önemi, belge olarak esas.
Her fotoğraf, geçmişin tapusu hükmünde.
Biz, bu hususu böyle ele alıyoruz.
Yanlış mıyız?