İnsanlığın ortaya koyduğu en mükemmel organizasyon kuşkusuz devlettir. Nitekim devletsizlik kaostur, karışıklık, anarşi ve keşmekeşliktir.
Diğer taraftan insanlar mevcut rejimden haz etmeyebilir, onu yanlış ya da yetersiz görebilir ve yenisi ile değiştirmeyi düşünebilirler. Nitekim dünya tarihi bunun yüzlerce örnekleri ile doludur.
Buraya kadar her şey normal… Ancak iş rejimi kısmen veya tamamen değiştirmeye gelince, düşüncelerin karakteri belirleyici oluyor. Zira her düşüncenin kendini iktidara taşıyacak bir metodu vardır. Dahası her düşüncenin hayata hakim olma metodu kendi cinsindendir ve ondan ayrılmaz bir parçadır.
Bu bağlamda kapitalizmin hayata hakim olma metodu sömürgeleştirmedir. Kapitalizm bunu demokrasi ve özgürlükler üzerinden sağlamaktadır.
Marksist ve Leninist düşüncenin hayata hakim olma metodu ise; tez antitez bağlamında toplumda çatışma alanlarını oluşturmak ve bunlar üzerinden toplumu terörize ederek zayıf düşürüp egemen olmaktır.
İslam düşüncesinin hayata egemen olma metodu ise toplumu ikna etmektir. Tıpkı Resul (s.a.v.)'in Mekke'de sürdürdüğü İslam'a davet faaliyeti gibi!.. Resul (s.a.v.) asla şiddete başvurmamış, nihayet Medine kamuoyu İslam'ın gölgesinde yaşamaya ikna olunca siyasi hakimiyetini orada ikame etmiştir.
Bugün Türkiye'de laik ulusal seküler bir amentü hükmetmektedir. Ne ki; bu amentü halkların hiçbir sorununu çözememiştir. Onlara huzurlu bir sosyal hayat sağlayamamıştır. Bu gün yeni anayasa söylemleri ve başkanlık sistemi talepleri bunun kısık sesli itirafları niteliğindedir.
Bugün değişik düşünce erbapları kısmen veya tamamen rejimin değişmesi gerektiğini vurgulamaktadırlar. Bu doğaldır. Ancak bunu cebir ve şiddetle sağlamaya çalışmak yanlıştır. Nitekim bu yetersiz rejimi başımıza geçirenler Büyük Sömürgeci Güçler aynı rejimin zaaflarını manipüle edip, ülkeyi kaosa sürükleyerek ülkemizi yıkmaya çalışmaktadırlar. Onlarca terör örgütünün ülkemizde kargaşa ve şiddet üretmek üzere anlaşmaları bundandır. Müslüman halkın bu etnik ve Marksist, Leninist terör örgütleri karşısında dikkatli olmalarını ve metin bir duruş sergilemelerini bir zaruriyettir.
Kanımca bu çıkmazdan, bu etnik ve seküler terörden kurtulmamızın yegane çaresi 3 Mart 1924'te ilga ettiğimiz Hilafeti yeniden ikame etmektir. Ancak cebir ve şiddetle değil, Resul (s.a.v.)'in yaptığı gibi kamuoyunu ikna ederek yapmamız gerekmektedir. Bunun da yolu fikri ve siyasi çalışmaktır. Müslüman halklar bundan uzakta değildir. Onların gönlü bundan yanadır. Yeter ki düzgün bir uslup ile kapıları çalınsın!