Ne yazmalı?
Yazılacak olanı yaşamayan için, yazılan mana taşımıyor, anlam olarak.
Hayat-memat meselesi...
Deprem sonrası ortaya çıkan manzara, ortada.
Seçim-geçim curcunası, ayrı bir dert.
Kimseleri suçlamak değildir, maksat.
Şehirler konusunda, o şehirde kalan, depremi yaşayan, yakınını kaybeden, elinde ne varsa yitiren, her şeyini bırakıp başka yerlere göçen gözünden bakmak gerek.
Bu herc û merc içinde olana ve bitene karşı ne demeli ya da ne dememeli?..
Yazılıp çizilenlere, söylenilenlere, ifadelerdeki murada bakılınca üzülmemek elde değil.
Depremde yıkılan binlerce yapı...
Onbinlerce can kaybı...
Kayıpların çok çok üstünde yaralı...
Tartışılan fay hatları...
Kendini bilmez birçok ismin televizyon kanallarındaki kahve sohbetleri...
Gazete manşetleri...
Dahası nasıl demeli?
Hayat devam ederken, "Kim kimin kuyruğuna bastı?" Muhabbeti.
Ne söylemeli?
Hayatı güllük-gülistanlık gösterenlerin depremden habersizliği.
Depremi hissetmeyenlerin durumu ortada.
Yarın şarkıcı-türkücü müzik eseri(?) hazırlayacak.
Kimi roman, hikâye yazacak.
Kimi ağıtlar düzecek.
Kimi en güzel deprem fotoğrafları yarışması düzenleyecek.
Kimi sinema filmi kimi televizyon dizisi...
Kimi sanal ortamda deprem için kampanyalar açar, cebinden bir kuruş bırakmadan.
Kiminde çadır muhabbeti.
Kiminde konteyner...
Bu acılı dönemde utanmazlığa diz boyundan gırtlağa kadar batan batana.
Ne belirtmeli?
Bir fetret devri.
Sakin, aklı başında hareket edilmesi gerekirken nutuk atan atana...
Ülke gündeminde deprem, iki yıl içinde yaraları sarılamayacak derecede iken, ülke ekonomisinin en az yirmi yılını sarsarken...
Hesaplar hesaplar...
İdrake giydirilen deli gömleği.
Bakarsınız birçok yerde depremi unutmamak için heykel dikenler olur.
Her ilçede birkaç enkazı kaldırmazsanız, daha iyi olmaz mı, heykellerden?
Gazete köşe yazarlarının çoğunun tuzu kuru.
Akıl veren verene.
Anlatılanlar ya taraf ya karşı taraf eksenli.
Bunca sefalet ve rezalet çağrıştıran aydın panoraması...
Siyasîlerin açıklamaları...
Mide bulandırıcı ifadeler...
Bir yanda yangını söndürme için tükürük yarışına girenler var, öte yanda plân ve proje toplantıları, çok öte yanda diğer hesaplar.
Kolu-kanadı kırık ruh hâli içindeyim.
Evi barkı başına çöken, âilelerini kaybeden, bir dilim nana, bir tas suya muhtaç kalanlar.
Ne demek lazım?
Ben dahil olmak üzere.
Siyasîlerin, gazetecilerin, televizyoncuların, holding patronlarının depremzede gibi bir hafta çadırda yaşamaları lazım ki ortadaki kirli manzaralar ortadan kalksın.
" Var mısınız? " denilse, kaç kişiyiz?
Çadırda konfor, yatak-döşek, yemek seçme, televizyon, internet hizmeti yok, yalnız.
Sanırız, katılacak olanlar da seçimden nemalanacak kesimler olur da aklınız bu güne kadar neredeydi?
Yaptığımız depremzede yardımlarında fotoğraf çekmeme kuralına sımsıki uyarken, yardımın nereden geldiğini merak edenler yok muydu?
Cevabımız, " İsimlerini bizim de bilmediğimiz hayırseverler gönderdi. " oldu.
Siz görün yarın, öbür gün kirli görüntüleri.
Biz, bir zaman gelir ki "İnsan olduğumuzdan utanacak yüze sahip akl-ı selim olanları arayış içinde kalacağız." korkusuyla yaşıyoruz.