Havaalanından bindiğimiz araçlarla Çanakkale Feribot iskelesine ve oradan Gelibolu adasına ulaştık. 4 Otobüsün her birisine bir tur rehberi eşliğinde Gelibolu gezimizin ilk durağı Kilitbahir ve Seyyid Onbaşının düşman ateşi ile tahrip edilen tabyadaki topa tek başına topa sürdüğü ağırlığı konusunda ihtilaflar bulunan 215 -275 kğ'lık mermi ile Ocean Zırhlısını Çanakkale nin soğuk sularına gömdüğü Mecidiye Tabyası oldu. Başkası yaşadı mı bilmem ama acizane o atmosferde rehberin anlattıklarından ziyade zaten o şanlı mermiyi topa Seyyid Onbaşının temsili heykelini ve o heybetli topu görünce insan kendisini sanki 1915 yılında o merminin atıldığı anda orada imiş gibi hissediyor.
Buradaki ziyaretlerimizin ardından Soğanlıdere Şehitliğine geçtik. Urfa'dan Kudüs'e, Varna'dan, Bağdat'a, Vidin'den Basra'ya, Tiflis'ten Antep'e Bingazi'den Ankara'ya, kadar Anadolu, Kafkasya, Arabistan, Balkanlar, Afrika'nın bir çok şehrinden hatta Hindistan'dan bugünkü Afganistan , Pakistan'a kadar bir çok yerden gelen şehitlerin geldiği şehir isimleri ile temsil edildiği bu yerde şehitlerimizin ruhlarına Fatihalar gönderdik. Soğanlıdere şehitliğinde Urfa yazan mezar taşında Urfalıların Fatiha okuyarak fotoğraf çektirmesi gerçekten de buranın manevi havası hakkında geziye katılan insanların ruh halini yansıtması açısından görülmeye değer bir tablo idi.
Daha sonraki durağımız ise Çanakkale Şehitler Abidesi oldu. Her yaştan insanların yoğun bir şekilde grup grup akın ettiği bu şehitlikteki özellikle ana okulu- ilkokul grubu çocukların rehberleri eşliğindeki gezileri ve bu gezi sırasındaki heyecanları beni hem duygulandırdı hem de beni çocukluğumda dedemin anlattığı ruh haline alıp götürdü. Geleceğimizin teminatı olan bu çocukları orada , atalarının kendilerine özgür bir vatan bırakmak uğruna canlarını feda ettiği yerlerde görmek beni hem mutlu etti hem de şuurlu bir nesil için atılan adımları görmek adına gururlandırdı. Bunu yanı sıra geziye beraber katıldığımız Urfalıların Çanakkale'de hayatlarını feda eden kayıtlı Urfalı şehitlerin adlarının olduğu mezarları ziyaret edip dedelerini isimlerini araması, arada tanıdık isimleri bulmaları beni duygulandıran bir başka sahne idi.
Acizane bende burada hatıra fotoğrafı çektirdim ve büyük dedem ile birlikte Çanakkale savaşlarına katılıp ta burada yatan var mı? Diye baktım. Baktım ama heyhat! Maalesef Sırrın köyünden savaşa gidip te dönmeyenler ile ilgili her hangi bir kayıt olmadığı için sadece fotoğraf çekip ileride bunları kaşıt altına almış birisi olabilir umudu ile oradan ayrıldım. Ama Urfalıların isimlerini okurken Urfa, Harran, Suruç, Birecik isimleri ve diğer şehirlerin isimleri benim zihnimde Türk, Kürt, Arap, Alevi, Sünni demeden bu vatan evlatlarının İslam adına kucak kucağa şehit olduğu gerçeğini bir kez daha perçinlememe sebep oldu.
Gezi programına katılan gruplardan bir tanesi olan ve yüzlerce Urfalıdan oluşan kafilenin Çanakkale Şehitler Abidesi altında tek yürek ve çok gür bir seda ile yaptıkları " Vatana Sadakat Yemini" ise benim tüylerimi diken diken eden, gözlerimi dolduran ve gırtlağımda bir yumruğun düğümlendiğini hissettiğim bir an oldu. Düşünün! Valisi, Belediye Başkanı, Bürokratı, Gazetecisi, STK temsilcileri, öğrencisi, velhasıl yaşlısı genci, hanımı genci her meslekten bu vatanın evlatları tek yürek tek nefes bu vatana, bayrağa, ezana sadakatini ve şühedadan aldığı mirası geleceğe taşıyacağına dair yemin ediyor. Ne müthiş bir tablo.
Buradan sonra geçtiğimiz Seddülbahir köyünde Cuma namazımızı kıldıktan bir çay molası verdik. Burada bir çay bahçesinde yaşlı bir Çanakkaleli teyzenin bize çay ısmarlaması ise bu milletin yüreğinde doğulusu- batılısı, kuzeylisi- güneylisi ile " Çanakkale Ruhu" nun yaşadığını ve geleceğe dair Korkmamamız gerektiğini bana bir daha hatırlattı.
Bu teyzeye ilişkin " Hakkını helal et teyzem!" adlı bir köşe yazsımızı gazetemizin köşe yazılarında bulacasınızdır diye bu teferruata girmeyeceğim. Seddülbahir köyünden ayrılıp gezi programımıza devam ederken yıllardır kullandığımız bir sözün aslında nereden geldiğini öğrenme fırsatı buldum. O da " mort oldu" cümlesi idi. Rehberimiz bize bir koyu anlatırken buranın Fransızların çıkartma yaptığı ve adını " Morto Koyu" yani " Ölüm Koyu" koydukları yer olduğunu dedelerimizin burada binlerce Fransız gavurunu Ege denizine döktüklerini anlatınca " Mort oldu" cümlesinin buradan geldiği fikrine sahip oldum.
Bu cümlenin çıkış yeri buramıdır bilmem ama artık aklıma "mort olma" deyimi geldiğinde aklıma ilk gelecek yer binlerce Fransız'ın denize döküldüğü yer olan " Morto Koyu" ve şanlı ecdat gelecektir.
Devam edecek…