Bugün sizlere gençliğim üzerinde derin etkiler bırakan bir dostumla ilgili birkaç kırık hatıradan söz etmek istiyorum. Bu dostumun başı dik fakat mütevazı bir insan… Yılların sıkıntıları sadece başını ağartmış ama eğdirememiştir. 1973 yılının Aralık ayında tanışmıştım onunla.
Kendisi adliye dairesinde başkâtiplik vazifesini yürütüyordu; fakat o kadar cevval ve o kadar aktif idi ki, adeta üniversitelerde bir kürsü hocası gibi her zaman kendinden emin konuşuyor ve sürekli hareket halindeydi. Kararlarını (siyasi kararlar dahil) cesaretle veren, kararlarının arkasında duran, tembelliği ve durağanlığı asla sevmeyen biri….
Davası uğruna her şeye katlanan bir şahsiyete sahipti. Bugün de böyledir.
Levendane boyu ile bu dostum Urfa'nın en delikanlı adamlarından biridir. Şahsi ve siyasi fikirlerine değil, fakat davasına karşı edep dışı davrananlar olursa onlara asumani bir gazapla bakar. Yalnız bu bakışı yara değil, ağyaradır. Denilebilir ki, çatık kaşlarının altında, dostlara gülen mütebessim bir çehre saklıdır.
Tanıştığımızda ben 19-20 yaşlarında, kendisi de yaklaşık 30 yaşlarındaydı. İnce ve siyah bıyıkları, esmer teni, şahin bakışları ve ela gözleriyle tam bir Urfa levendi idi. 1974 yılının Haziran ayında Ankara'da Üniversite sınavlarına katılacaktım. Kendisi bana şöyle bir teklif getirdi: "Hocam, mademki sen Ankara'ya gidiyorsun, Urfa ve Ankara arasındaki kardeşlerimizi ziyaret etmek üzere bir gezi planı yapalım. Ben ve İsmail Şentürk ağabey de gelelim. Üçümüz buradan Gaziantep'e, oradan Maraş, Kayseri ve Ankara'ya gidelim. Sen de Sınavına girmiş olursun. Birlikte güzel günler geçirelim" dedi.
Bu hoş teklife "Hayır" diyemedim. Birlikte yola koyulduk. Tam beş gün boyunca planlanan yerler ziyaret edildi. Ilık ve yıldızlı yaz gecelerinde tefekküri bir seyahat yaptık. Dinlediğim derslerin ruhumda bıraktığı izleri hala taşıyorum. Hayatımda asla unutamayacağım sahneleri birlikte yaşadık.
Seyahat esnasında ben hep şunu düşünerek hayret ederdim: "Ya, bu adamlar evli-barklı insanlar. Bunlar çoluk-çocuklarını bırakıp nereye gidiyorlar böyle?" Sonradan anladım ki davası için yaşayan insanlar hep böyle serden geçti oluyorlar.
Geçen gün çoktandır görmediğim bu dostumla çarşıda karşılaştım.
Selam verdim; hoş-beşten sonra bir dukana girip biraz konuşalım istedim. Daha önce o dostumun il başkanı olduğu bir partiyi bu sütunlarda tenkit etmiştim. İlk karşılaşmamızda gönlünü almak istercesine: "Ağabey bana küs müsün?" diye sordum. Cevabı beni son derece mahcup ve minnettar eyledi:
"Ne demek… Demokrat olduğunu iddia eden bir insan muhalif fikirlere kızar mı? Sen partimi tenkit ederek görüşlerini yazdın. Bu benim siyasi fikrim; ama sizin siyasi görüşünüz farklı olursa size darılacak mıyım? Muhalif görüşe tahammül etmeyen bir tavır, dünyanın neresinde demokratlık olarak kabul edilir?." Bu dostumu herhalde tanıdınız; Abdulkadir İKBAL…
İkbal ağabeyin cevabı beni çok mutlu etti. Doğrusu ona yakışan bir cevaptı. Umarım İl başkanı olduğu Parti hiçbir zaman onun ideallerine aykırı bir çizgide olmaz.
Böyle dostlarımla ilgili hatıraları yazmak, maziyi hatırlamak bir o kadar da hüzün verici. Ben fıtraten eski resimlere bile baktığım zaman hüzünlenirim. Hele maziyi yad ettiren bir şeyi yazarken her tarafım adeta sebepsiz bir sarsıntı ile titremeye başlar ve sökülmez bir hıçkırık boğazıma düğümlenir. Evet, insan mazide kaybolmuş güzel şeyleri bile bazen hatırlamaya devam edemiyor. Ansızın bozulan bir saat gibi sanki insanın dimağı duruveriyor.
Kalın sağlıcakla.