Despotluk ve zorbalık oldukça insanlar çözümsüzlükte acze düşer. Zaaf ve güçsüzlük onların ruhuna derinden işlemiştir ki onlar suskundurlar. Bu da onların boyunduruk altına girmelerine neden olur. Bu tür insanların ruhunu kaplayan ümitsizlik acı ve ızdırap onların içine sinince çaresizlik içinde ezilir, büzülürler.
Yaşamın monotonluğundan çıkıp, hasretin, umudun kavgasını verme uğraşında olanlar, ömrüne bir yenilik katma çabasında olurlar. Geçmişin derinliğinden ders alabilenlere ne mutlu! Alamayanlar o girdap da yok olup giderler.
Yapılan haksızlıklara karşı itirazlar, karşı duruşlar olmayınca herkes özgürlükten yoksun haline razı oluyor demektir. Genlerine işlemiş işbirlikçilikler bildiklerinden geri kalmazlar. Bunun bir yanı da adaletin tecellisidir. Adalet yerini bulması mümkün değildir. 'Geç gelen adalet, adalet değildir' sözü saygıyla karşılanır.
Hırsızlık, dolandırıcılık, yankesicilik, soygunculuk, tırnakçılık ve daha ismini bilmediğimiz insanların kanını emenlerin meslekleri… Çalışmadan, işin zoruna kaçmadan iyi yaşamak… Aslında yaptıkları en zor, en tehlikeli yaşam tarzıdır. Kaçı kurtulmuş diye sormaya gerek yok sanırım. Canlı yaşanmışlıklar her gün tv ekranlarında izliyoruz.
Eskiden mahkeme kararları falan yokmuş. Toplumun değer yargısından uzak meslekleri yapanların alnına bir damga vurulurmuş. Bu nere giderse alnındaki damga görüldüğü için herkes onları tanırmış. Sonra bunlar uyanık çıkmış başlarına bere takmışlar, şapka giymişler, fes takmışlar. Hiç bir şey bulmayanlar saçlarını uzatıp alınlarına kakül düşürmüşler. İşte onun için bazı tartışmalar da ellerini alınlarına götürüp 'bizim anlımız temiz' deyimi kullanılır. Keşke o damga şimdi olsaydı… Alınlardaki lekeleri çamaşır suyu bile çıkaramazdı.
Kusur örtmekte gece gibi olmak gerektiğini söyleyen Mevlana'ya büyük saygı duyuyorum. Ama bazı örnekler ders almakta önemlidir. Kimin anlı ak bilmem, ama bir zamanlar vergi iadesi verildiği zamandı. Bir imam bana getirdiği vergi iadesi zarfını doldurdum. Baktım hepsi birahaneden alınmış makbuzlar. Hoca 'boş ver, yaz gitsin ' deyince zarfı doldurup verdik. Siz değerlendirin!
Yahudiler kendilerinden birisi olana faiz vermezler. Kendinden olmayan milletlere fazi verirler. Müslümanlar faizi haram kılmış ve kimseye verilmesini istemezler. Maalesef en çok faizin verildiği yer Müslüman geçinin insanların arasında yapılıyor. Nice ailelerin ocaklarının söndüğünü nice evlerin yıkıldığını duyduk, gördük. Bu kadar insafsızca yapılan işler zulmün gölgesine sığınmaları onlara hizmet etmelerinden başka bir şey değildir.
Mısır fıkralarında anlatılır. Kurnaz bir Kahireli Bir Saidi'ye tramvayı satarak onu nasıl kandırdığı anlatılır. Tabi bu Sülün Osman'dan önce mi sonra mı bilmiyorum? Sülün Osman'ın Galata Köprüsünü, kulesini, park ve bahçeleri, tren vagonlarını sattığını bilirsiniz. Hele binanın kaç katına baktığı için para aldığı olay hayli ilginç. İşin ilginçliği binanın on beş katına baktığı halde 'ben beş katına baktım' deyip para verdiğini ve sonra kendi çevresindekilere olayı anlatırken onu nasıl kandırdığı aldattığını söylemesine siz ne dersiniz?
Günümüz de yaşananlar geçmişte yaşananları arattırıyor. Eskilere de rahmet okutuyor. Eski yaşananlarda bir kahramanlık sizi düşündürür, bir espri sizi güldürür, ya şimdikiler! Yine de duyduklarımızı, okuduklarımızı sizlerle paylaşmakta arkasında yatan fayda ve zararı görmüş oluruz. Hayatın her alanında aldananlar olduğu gibi aldatanlar daima vardır. İnsan ne yaparsa kendine! Bu tür entrikaları çevirenler sanırlar ki her şey parayla olur. Oysa mutluluk, yaşama sevinci, huzur, sevgi insanın yüreğinden gelir, ancak…
Bu 'uydiriko' meselesini size anlatmadan yazıyı bitirsem eksik kalır. Çünkü hayatımızın her tarafı 'uydiriko' olmuş. Adamın biri mezarlığın kapısında bekler. Cenazeyi getirip mezarlığa girip gelen herkesten beş lira alırmış. Bunun ne olduğunu soranlara 'uydiriko' diye cevaplamış. İnsanlar önce bir tepki verdilerse de sonradan 'adam haklı 'uydriko' olmadan ölü gömülür mü?' Diye birbirlerine söylemişler. Mevtayı getirenlerin bırakıp gitmesi de olmaz.
Sonra öyle bir zaman gelmiş ki 'uyduriko' halk arasında yapılan tüm katlamalara kimse ses çıkarmaz olmuş. Kimisinin canı yanarken kimisi 'bu adam kendi geçimini nasıl sağlasın' diye haklı bulmuşlar.
Bu 'uyduriko' halkın arasında yayılmış her işte bir isimle gelmiş ve bugün de adına 'zam' denmektedir. İsteyen kabul etmesin böyle bir şansı olamaz…