Öncelikle uzun süredir yazmayı düşündüğüm ama çeşitli sebeplerden dolayı yazamadığım köşe yazılarıma Allah'ın izniyle başlamış oldum. Yazılarımda geçen güzel şeyler Rabbimin bana ihsanı, hatalar ise şahsıma aittir. Yazılarımın hayırlara vesile olmasını temenni eder bana gazetesinde yer ayıran GAPGündemi Gazetesinin sahibi Veysel Polat beye ve ekibine teşekkür ederim…
Bismillah… Yine bir Ramazan'ın son cuması yine bir 'Dünya Kudüs Günü'… Ve ilk kıblemiz mübarek Mescid-i Aksa'mız hala boynu bükük, hala tutsak bir şekilde esaret zincirini kırıp kendisini kurtaracak Selahaddinler bekliyor. Her gün Siyonistlerin çizmeleri altında ezilen Filistin'in mübarek topraklarının akıttığı gözyaşları kendisi için mi yoksa ümmetin darmadağın hali için mi belli değil. Öyle bir ümmet ki 1,5 milyar olmasına rağmen hadisi şerifin deyimiyle suyun üzerindeki köpük gibi oluvermiş.
Osmanlının son dönemlerinde harekete geçen emperyalistler, koca bir ümmeti ortadan kaldırmak için her türlü hileye başvurdu. Ulusçuluk akımı üzerinden Osmanlı bünyesindeki halkları, parçala-yönet taktiğiyle tek tek Osmanlı'dan kopararak sömürge haline getirdi. Bununla yetinmeyen bu emperyalist güçler, kopardıkları bu halkların içerisine de yıllarca devam edecek ayrılık ve fitne tohumları ektiler. Her bölgenin hassasiyetine göre sun-i sorunlar peydahlayarak kimi yerde mezhepsel, kimi yerde milliyetçilik üzerinden sorunları derinleştirdi. Siyasi anlamda kontrol altına aldığı İslam ülkelerini ekonomik açıdan da sömürgeleştirerek batının kapısında adeta dilenen bir dilenci hale getirildi.
Uzun süre emperyalist batının kapısında kapıkulu askeri görevi gören dışı bize, içi ve amelleri batıya benzeyen diktatörlerin zulmü altında yaşayan ümmet, adına Arap Baharı denilen süreçle yeni ümit yakaladı. Ümmetin dirilişine katkı sunması umut edilen bu süreç karşısında bir süre afallayan batı, sürece müdahale ederek lehine çevirdi. Ümmet için bir umut ışığı olan Arap Baharı adeta kışa çevrildi. Mısır'da devrilen (na) Mübarek'in yerine halkın oylarıyla seçilen Muhammed Mursi devrilerek yerine batı kuklası Sisi getirildi. Tunus, Libya, Irak ve batağa dönüştürülen Suriye'de ümmetin umuduna perde çekildi.
Arap baharına müdahale eden batı, bu bölgelerde çıkardığı fitnelerle ümmetin bir numaralı gündemi olan Mescid-i Aksa'yı adeta unutturdu. Kudüs'ü kurtarması gereken koca ümmetin enerjisi özellikle Suriye batağında heba edildi. Batıya İslam'ı tebliğ etmesi gereken yüz binlerce genç dünyanın değişik ülkelerinden getirilerek Suriye batağında kaybettirildi. Ümmet içinde mezhepsel ihtilaflar üzerinden oluşturulan fay hatları daha da derinleştirildi.
Burada şuna dikkatinizi çekmek isterim Müslümanlar için Filistin ne ise batı için de İsrail odur. Batının tüm projelerinin en temel felsefesi İsrail'in güvenliğidir. 2010 yılında Mavi Marmara olayından sonra İsrail ile tüm ilişkileri koparan Türkiye'nin; Suriye'de 2011 yılında başlayan kaosun ardından yalnızlaştırılarak İsrail ile bir daha yakınlaşmasının sağlanması yabana atılmamalıdır. Şu an İslam Coğrafyasında yaşanan olayları İsrail'in güvenliğinden ayrı düşürseniz bu eksik kalacaktır. Dikkat ederseniz batının Arap Baharına müdahale etmesinin ardından İsrail, Arap Baharıyla başlayan sürecin sonuna doğru neredeyse kendini unutturdu.
Aslında bugün ümmetin her beldesi, esir edilmiş durumdadır. Mescid-i Aksa Siyonistler tarafından işgal edilmişken yine Kudüs'ün kardeşi olan beldelerimiz ise yüzyıllardır bizim ile aynı görünen ama düşünce olarak Siyonistlere hizmet eden işbirlikçi kuklalar tarafından işgal edilmiştir.
Peki, bu durumda bize düşen görev ne? Emperyalistlerin İslam dünyasına enjekte ettiği zehire karşı panzehir üretmemiz gerekiyor. Birincisi; oluşturulan suni ihtilaflara karşı ümmet bilincini kuşanma. İkincisi; öncelikle işgal altındaki yaşadığımız beldeleri özgürleştirme…
Eğer Mescid-i Aksa'nın kurtuluşundan bahsedilecekse şu unutulmamalıdır ki; batının ürettiği mezhepsel ve benzeri ihtilafları körükleyenlerin ve yaşadıkları beldeleri işgal altında olanların Kudüs'ü özgürleştirmesi mümkün değildir. Kudüs'ün özgürlüğüne giden yol; ümmetten ve beldelerimizin özgürlüğünden geçer. Hem batının tüm ayak oyunları buna yönelik değil midir?
Tüm bu gerçeklerin karşısında birçok İslami camia ve birçok alim maalesef oluşturulmuş bu sun-i ihtilaflar (özellikle Şii-Sünni)problemini bir türlü aşamıyor ve ümmetin küfre yöneltmesi gereken enerjisini maalesef kendi içerisinde heba etmesine sebep oluyor. Halihazırda bu durum var oldukça Kudüs'ün yani Mescid-i Aksa'nın kurtuluşu hayal olacaktır. Unutmayalım ki ümmet şuuruna zarar veren her söz ve atılan her adım İsrail'i ayakta tutan bir tuğla görevi görüyor.
Bu yüzden Müslümanlar olarak Kudüs fatihi Selahaddin-i Eyyübi'yi örnek alarak aramızdaki ihtilafları bir kenara bırakmalı ve öncelikle kendi memleketimizde yaşanan siyasal, ekonomik ve kültürel işgali sona erdirmeliyiz ki ardından Mescid-i Aksa'nın yolu bize açılsın…