Kadim şehrin dünden bu güne gelen ve birçok efsaneye konu olmuş mekanlarından biri olan Esfel Bahçeleri, kimi kaynaklara kutsallık atfedilen, bir muamma olarak önümüzde duran yemyeşillikleriyle şehrin sembollerinden biri olagelmiştir, geçmişten günümüze. Şiirde, edebiyatta ve anlatımda Esfel Bahçeleri önemli bir yer edinmiştir, tarihten gelen mirasla.
Dicle'nin asırlardan asırlara çağıldayan sesine şahit olmuş, savaşlara tanıklık etmiş bu mekanda eksik olmayan bahçeler üzerine ses sanatkarlarının söylediği birçok eser vardır, şairlerin dizelerinde saklı olan hatıralar vardır, Kırklar Tepesi ile eşlik eden Esfel, yaşantının ana merkezinde yer alır, hükümdarların avlandığı, sultanların gezindiği, beylerin yaptırdığı konaklardan seyrine doyum olmayan güzelliklere sahiptir, aşıkların maniler düzdüğü, işlemeli mendilleri koyunlarından çıkardığı, hasretin şarkılara, gazellere karıştığı, Mardin Kapı'dan Yeni Kapı'ya kadar Diyarbekir Kalesi'nden insan gönlünü hüzünden, gamdan alıkoyan tabiî güzelliklerin tabiatla herc u merc olduğu alandır.
Diyarbekir'de bu bahçelerin kutsallık atfedilen dünyadaki Aden cennetine benzetildiğine işaret eden Musevî ve İsevî kaynaklara dayanan kimi yazarlar, işi o denli ileri götürmekte mahîr ki Hazreti Adem ile Hazreti Havva'nın dünyada ilk buluştukları yer olarak işaret eder, Esfel Bahçeleri'ne.
Elbette insan, yaşadığı mekanı, mekanları sever ve doğduğu şehri, yeri sever, onu yüceltir. Lakin sevginin bu denli aşırı biçimde ikrarı, dillendirilmesi, abartmaya gidilerek mübalağaya taşınması, zaman içinde yanlışlarla doğruların iç içe girmesine zemin hazırlamış ve işin içinden çıkılamaz durumlara sebebiyet vermiştir.
Esfel Bahçelerinin isim kaynağı olarak ileri sürülen ilk görüş şudur: Nusaybin'den İranî güçlerin önünden kaçıp şehre sığınan kırk bin olarak ifade edilen insanın şehre alınmayıp, burada iskana zorunlu tutulması söz konusudur. Arap dilinde 'Esfel', hor görülen, alçaltılan manadadır. Bundan dolayı buraya yerleştirilen halka 'Esfel' denilmiştir. Halkın şehre alınmayışı beraberinde geçimin zorlukları kendilerini ekmeye-biçmeye yöneltmiş ve tarıma endekslenen hayat beraberinde bahçeleri ortaya çıkartmıştır:' Esfel Bahçaları'
İkinci görüş ise bizim iddiamızdır:
Buraya gelen Nusaybinlilerin yerleşim alanından içeri alındıktan sonra da mekana isim kaynağı olarak yerin şehirden oldukça düşük alanda, Dicle'ye doğru inildikçe nehirle sıfırlaşması sebebiyle Arapça'dan ismini aldığı söylenebilir. Çünkü rakım olrak düşük olan bu mekan, Arapça'da bu şekilde ifade edilmiştir.
Bizce ikinci görüş daha uygundur ki Nusaybinlilerin gelişi şehrin Bizans hakimiyetine rastlamaktadır. İslam Dönemi'nde Nusaybinlilerin bu isimle anılması söz konusu değildir. Çünkü bu İslamî anlayışa zıttır. Şehrin İslam Dönemi'nde çoğu yerler isim değiştirmiştir:
Babu'l-Ma: Dicle Kapı-Yeni Kapı
Babu'l-Tell: Mardin Kapı
Babu'l-Rûha: Urfa Kapı
Babu'l-Ermen: Dağ Kapı
Halkın dilinde Esfel'in ifadesinin güçlüğü, bu ifadeyi öncelikle Efsel, sonrasında Hefsel ve günümüzde Hevsel'e dönüştürmüştür. Mesleğimiz gereği kelimelerin etimolojik merhalelerini gereği gibi bilmekte ve araştırmaktayız.
Günümüzde Esfel'in Hevsel'e dönüşmesini kabul etmeyenler vardır. İlmî açıdan Esfel'e dair yaptığımız açıklamalar, zaman içinde kabul görmüş ise de halen doğrusunun kullanılmaması, gerçekten bizi üzmektedir. Birçok tabelada yer alan 'Hevsel', ne yazık ki kitaplara da geçen ve birçok araştırmacının makalelerinde yer alış şekliyle genel kabul görmüştür.
Amacım kaynaklara başvurarak, bu yanlış kullanımı halen devam ettirenleri eleştirmek değil, doğru olanı ortaya çıkartmaktır. Bu nedenle doğru olanı ifade ederken bile yanlışlık yapanlara dair kimi atıflarda bulunmak istemiyorum.
'Esfel' tabir edilen halkın Sur içi'ne alınması, insan kaynağına ihtiyaç duyulduğu dönemde olmuştur. Bizans'ın uç kısmında yer alan Diyarbekir'de kalenin genişletilmesi 600-630 yılları arasındadır. Meryem-i Dara Dönemi'nde son şeklini bulan Kale Yapısı ile günümüzdeki şekil aynıdır, farklılık arz etmemektedir. Zaman içinde sayısı artan Nusaybinliler, kale içine alınmakla birlikte şehrin kuşatılması başlamıştır.
İranî güçlerin mukavemetini kırmak üzere On Gözlü Köprü'nün yarıya kadar yıktırılması da bu kuşatmalardan birinin öncesine rastlar. Bilinen tarihte bilgiler bunu gösterirken köprünün Mervanî Yapısı olduğu iddiaları doğru değildir. Fakat bu köprünün Mervanî döneminde onarımının tamamlandığı, dar olan ve geniş tutulan kısımlarından bellidir.
Esfel'in kelime kökenini ortaya çıkarttığımız bu uzun girişten sonra daha neler söyleyebiliriz?
639'da Müslüman Arapların kuşatmasında Esfel'de ikamet eden kimsenin bulunmadığı, kaleye kapanan Meryem-i Dara'nın kuvvetlerinden anlıyoruz. Şehrin sebze ve meyve ihtiyacını karşılayan bu mekan zaman içinde gelişmiş, Dicle kenarında bulunduğu için su ile hayat bulmuştur.
Çayda Çıra'nın da Esfel ile ilişkili olduğunu bir dönem yaptığımız ve yayınladığımız araştırmamızda tespit ettik. Lakin akademik çevrelerden bu konuya dair ne eleştiri ne de olumsuz bir teki aldık. Çünkü 'Şehir' denince araştırmacılığın rafa kalktığını gördüğümüz ortamda, son elli yıldır anlatılan bilgiler, çoğunlukla tekrar bilgilerdir.
Devam Edecek...