Ses yok, söz yok...
Sükût hali!..
Herkes, baş ucundaki ismini taşıyan mezar taşıyla dünya hayatını ifade ediyor.
Ne zaman doğdu ve ne zaman ayrıldı?
Şehrin gürültüsü mevcut değil, bu ortamda.
Onlar, bir zaman yaşıyordu, dünya gözüyle...
Geçen hafta, bir ay önce, iki yıl olmuş, elli sene geçmiş, yüz sene, üç yüz sene, bin sene...
Kardeşçe mekân.
Çoğu âile kabristanlığında.
Büyük Dede, Dede, Baba, Çocuk, Torun...
Nine, Anne, Kız, Torun, Çocuk,,.
Nihayetinde kaçınılmaz son.
Beş, on, bilemediniz yaşa göre yirmi yıl sonra yokuz. Otuz yıl sonrasını görenimiz az olacak. Elli sene sonrasını görenimiz mümkün değil.
Mezarlıkları ziyaret ederken ürperti duymak, ölümü hatırlamak ve dünya hayatının kalıcı olmadığının farkına varmak...
Bir mezar, besbelli üç-dört yıl...
Koskocaman, çepeçevre çiçeklerle donatılmış.
Beri tarafta kaybolmak üzere olan, kitabesi kırık mezar...
Arayanı ve soranı kalmamış olanlar...
Sadece Müslüman mezarlığı ziyareti değil, diğer inançlardan olanların kabir ziyareti de ...
İhtişamlı kabirlerin sahibine kazandırdığı bir şey var mı?
İnandığı üzere kişinin ettiği dua...
Şehrin bunaltan ortamından arada bir sığındığımız liman oldu, mezarlıklar.
Kimi kabir taşında ünvanlar...
O unvanlar, dünyadaki mesleklerinden kalma.
İki metreyi bulan alan.
Hayatın manasını kavramamışlık.
Kazanıldığı var sayılan maddî zenginliğin burada hükmü yok.
Bir defne katılma anı.
Ölümü hatırlatan mekân.
Biraz sonra defnedilecek mevta.
Konuşanlar, iş bahsinde.
İhaleler, işler, kat ve apartman.
Mevta toprağa veriliyor, bu arada.
İmam Efendinin Fatiha uyarısı...
Otuz saniyede mi okunur, Fatiha?
Yüze sürülen tek el.
Kıpırdamayan dudaklar...
Yakalarında mevtanın topluiğneyle iliştirilmiş renkli fotoğrafı.
Neye inanırsanız, inanın.
O kişinin ışıklarda uyumayacağı malûm.
Toprağın bağrına emanet.
Geldiği yere teslimiyet.
Şehirde bunaltan ortamdan kaçarken sığındığımız limanda kimler yok ki!..
Şair ve Yazar dostlar...
Eyüp Sultan Girişi'nde bir koskocaman levha.
Ünlü isimler listesi.
Yavaş yavaş dağılan kalabalık.
Yalnızlık içre.
Yukarıda teleferikten fotoğraf çekenler.
Yanakları ıslatan bir hiss.
Ağlamak, iç dökmektir, yalnız kalınca.
Fazlaca bilmediğim şehrin ikindi vaktinde bir ses.
Dönüp bakıyorum, birden.
Bir dostça yaklaşım.
Kendisini tanıştırıyor, birden.
Ortak dostumuzun mezarının başındayız.
Farkında olmamak ne acı!..
Seneler öncesinden bir öğrencimiz.
Tepeye çıkıp çıkmayacağımızı soruyor.
O tepenin ismini ifade ediyorum, gayr-î ihtiyarî.
Bir Fransızın ismiyle anılmasının burada yatanları inkâr olduğunu belirtiyorum, kısaca.
Bana değişmediğimi ifade ediyor.
Yükseğe çıkan kabristan basamakları.
Aklımda Ahmet Haşimin Merdiven Şiiri.
Kendisi de burada medfûn.
Yaşlılık biraz meşakatli.
Öğrencim konuşuyor, ben dinliyorum.