Rehberin 24.Sayfasında Osmanlı Dönemi ve Tanzimat Dönemi başlığı altında verilen bilgilerde yazarın sıraladığı tarihî yapılar ve çalışmalar, adeta Tanzimat Dönemi'nin Osmanlı Dönemi içinde bir bölüm olmadığını gösterir.

Giyim ve Kuşam üzerine açıklama: 'Diyarbakır'da giyim ve kuşam oldukça önemlidir. Cumhuriyet döneminde giyilen şehir kıyafetleri de yöre halkının giyimine her dönem ne kadar öze gösterdiğinin belgesidir. Yörede birçok kültürün beraber yaşaması ve kültür alışverişi, giyimi de etkilemiş, bu da yöre kıyafetlerine zenginlik katmıştır. Yörede giyim çok renklidir. Elbiseler atlas canfes giyimi ve diba gibi kumaşlardan yapılır. Kadınlar kofi (kadın başlığı), fistan, dari, leçek(tülbent), puşu ve kuşak ile bezenir. Erkekler entari, şalvar, kuşak, işlik ve yelek giyer; başa külah takar veya puşu sararlar.'

Düzeltme: Anlatılan yaklaşık yüz sene önceki yaşamdan giyim ve kuşama dair bir kitaptan alınmış, günümüzde de bu giyimle kuşamın sürekliliğinin olduğu vurgulanmıştır. Çizilen panoramada şehir insanı, Batılıların gözüyle ancak bu şekilde anlatılabilir.

Takılar üzerine açıklama: 'Diyarbakır'da kullanılan takılar da oldukça renkli ve çeşitlidir. Kadınlar başlarına şırrık, eyyün. Küpe, hızma, boyunlarına hamaylı, kolye, beşibirlik, mercan, süt muskası, kordon, kehribar, kollarına bilezik, bele gümüş kemer; ayağa da halhal takarlar. Erkeklerde ise boyuna takılan hamaylı, pazubant ve köstek; yeleğin düğmesine tutturulan zincir ve kuşakla yelek arasına sıkıştırılan mendil önemli aksesuarlardır.'

Düzeltme: Günümüzde kimi etkinliklerde, halk oyunları ekiplerinin giyim ve kuşamını tamamlayan bu takılar kısmen kullanılır.

Rehberin 52. Sayfasında 'Süleyman Nazif ' başlıklı portre bilgisinin sonunda geçen cümleler: '1918'de Cenap Şahabettin ile birlikte Hadisat Gazetesi'ni çıkaran ünlü edebiyatçı, 1927 yılında hayata veda etti. Süleyman Nazif'in cenazesi büyük Türk şairi Mehmet Akif'in hemen yanına defnedildi.'

Düzeltme: Edirnekapı Mezarlığı'nda Mehmed Âkif'in kabri Süleyman Nazif ile Babanzade Ahmed Naim'in kabri ortasındadır. Süleyman Nazif'in vefatı 1927'dedir. Mehmed Âkif'in vefatı 1936'dadır. Hemen yanı başına defnedilen kişi Mehmed Akif ile Süleyman Nazif'in vefatları arasında on yıla yakın zaman aralığı vardır.

Mehmed Âkif'in kabrinin yer değişimi hangi tarihtir? 23 Mayıs 1962 Tarihinde bu kabir nakli yapılır. Süleyman Nazif'in vefat tarihi nedir? 4 Ocak 1927. Mehmed Âkif'in vefat tarihî gün, ay ve yıl olarak şu şekildedir: 27 Aralık 1936.

Mehmed Âkif'in vefatı sonrası kabri yıllar sonra yol çalışmaları sebebiyle Süleyman Nazif ile Babanzade Ahmed Naim'in kabrinin arasındaki boş yere nakledilmiştir. Nakil olayından bahsetmeyen biyografi yazarı, bu cümlesinde Mehmed Âkif'in vefat yılından habersizdir.

İbrahim Gülşenî hakkında verilen biyografide doğum tarihi ve vefat tarihi, 1452-1533 şeklindedir. Bu tarihin kaynaklarda geçtiği şekliyle Gülşenînin 103 yaşında vefatı söz konusudur. Bu bilgi, tarihte kalan eserlerle çelişmektedir.

Gezi Rehberi'nde Diyarbakır'dan daima 'Kent' olarak bahsedilmiştir. Kent, kasaba-ilçe bazında yerleşim alanıdır. 'Kent' ifadesi, şehrin karşılığından oldukça uzaktır.

Diyarbakır Kalesi, birçok kitapta 'Diyarbakır Surları ' şeklinde ele alınmıştır. Bu rehberde de Diyarbakır Kalesi, 'Surlar' başlığı altında tanıtılmıştır. Burçlar da Surlar'a ait bölüm biçiminde ele alınmıştır. Sur, burçlar arasında bağlantıyı sağlayan kale duvarıdır.

Rehberde Diyarbakır Kalesi'nin halen 82 Burca sahip olduğuna yer verilmiştir. Kalenin geçmişine yönelik beş bin yıllık ifade kullanılmıştır. İç Kale'nin Subaru Dönemi'nde yapıldığı, Subarularla ilgili kimi kaynaklarda yer almaktadır. Doğu Roma İmparatorluğu Döneminde son şeklini alan Diyarbakır Kalesi, günümüz şeklini şehrin Müslümanlarca kuşatma öncesinde almıştır. Yıkılan burçlar yeniden yapılmış, kitabeler ve figürler kronolojik biçimde yapılmış, kimi surlarda da kitabeler yer almıştır: ' Tamamına yakın kısmı günümüze ulaşan ve birçok medeniyetin izlerini taşıyan Diyarbakır Kalesi, zamana meydan okuyarak yaklaşık beş bin yıldır ayakta durmaktadır. 3-5 metre kalınlığı ve 11-12 metre yüksekliği ile görülmeye değer bir heybete sahiptir. 5500 metre uzunluğundaki Diyarbakır Surları, 82 burçla taçlandırılmış ve şehrin boynuna adeta bir gerdanlık gibi sarılmıştır.'

Düzeltme: Günümüzde Dağ Kapı'da, Dicle'ye bakan kale bölümünde birçok burcun ya yıkıldığı ya da yıktırıldığına dair bilgiye değinilmemiştir. Dolayısıyla mevcut burç sayısı, 82 adet değildir. Burçların kapladığı alan çıkarılırsa surların uzunluğu oldukça azalır. Üstelik Diyarbakır Kalesi'nin uzunluğu 5680-5700 metre arasındadır. Bu ölçüme İç Kale de dahildir. Bu uzunluk, tarafımızdan kimi burçlar arasındaki mesafe hesaplanarak çıkarılmıştır. Kesin olmamakla birlikte uzunluğu 5700 metre ile sınırlandırmak gerekir. Evliya Çelebî eserinde bunu adım sayısıyla vermektedir.

Rehberin 77. Sayfasında kalenin 82 burçtan oluştuğuna ve surların uzunluk, genişlik ve yüksekliğine tekrar yer verilmiştir. Bu tekrarlar bununla sınırlı değildir. Rehberin 80. Sayfasında yer alan Yedi Kardeş Burcu başlığı altındaki bilgiler, aynı şekilde 133,138, 139 ve belirtmediğimiz birçok sayfada tekrarlanmıştır.

Rehberin 129. Sayfasında halk arasında 'Şeyh Çoban' olarak bilinen türbe ' 1183-1231 yıları arasında Diyarbakır'a hakim olan Artukoğulları devrinde Melikşah'ın torunu Sultan Şuca tarafından 605/ 1208-1209 tarihinde yaptırılmıştır.' Açıklaması yer almaktadır. Bu türbenin kesin biçimde Melikşah'ın Torunu olarak gösterilen Sultan Suc'a'ya ait olup olmadığı hususunda kesin bilgi söz konusu değildir.

Aynı sayfa'da 'Hüsrev Paşa Camii' başlıklı bilgi, bir sonraki Hüsrev Paşa Medresesi ile aynıdır. 'Camii' olarak belirtilen yapı, müstakil olmayıp, medrese talebelerinin ibadeti için yapılan küçük çaplı mescittir. Bölüm yazarınca şu ibare eklenmiştir: Medrese olarak inşa edilen yapının mescit kısmı devamlı ibadet yeri olarak kullanılınca yapıya 1728'de minare eklenerek cami olarak kullanılmaya başlanmıştır.' (s130) Sözü edilen minare, medrese dışında yapılmış olup, medresedeki mescitle bağlantıya sahip değildir.

Rehberin 145. Sayfasında yer alan Urfa Kapı hakkındaki bilgi, tam sayfa olmakta olup, bu kapının kitabesine göre Artuklu Hükümdarı Karaslanoğlu Artukoğlu Muhammed tarafından 1183-1184 yılında yaptırıldığı yer alır. Bu kitabenin hakkında bilgi verilirken, 'Kuzey girişi 5. Yüzyıla tarihlenmektedir. Kapı üzerinde yer alan bir kitabeye göre, Artuklu döneminde hükümdar Sultan Mehmet tarafından onarılmış ve üzerinde stilize edilmiş insan ve hayvan figürleri bulunan demir kapı kanatları eklenmiştir.' İfadesinde Artuklu Hükümdarının isim farklılığı görülmektedir. Kitabenin burcun onarım amaçlı olduğu bilinmekteyse de adeta kapının Roma eseri olmadığı ifade edilmektedir.

Rehber'in 148. Sayfasında Parlı Safa Camii, minaresiyle ele alınmaktadır. Metinde cami ile minarenin kullanılan malzemesinde kokulu bitkinin kullanıldığı ifade edilirken, adeta bunun günümüzde de devamlılığının olduğu yer alır: 'Günümüzde Caminin minaresine her Cuma gününden önce koku sürülerek minare bir kumaşla kapatılıyor ve Cuma günleri bu kumaş kaldırılıyor. Böylece kokunun Cuma günü çevreye yayılması sağlanarak nezih bir ortam oluşmasına katkı sunuluyor.'

Evliya Çelebî kaynak alınarak yer verilen tespit, günümüzde söz konusu değildir. Metin yazarı, yüzlerce yıl önce yapılan uygulamayı günümüzde yapılmakta olduğunu ifade etmektedir.

Rehberin 154. Sayfasındaki 'Deva (Deve) Hamamı' başlıklı paragraf bilgisinde ' Balıkçılar kavşağı ile Mardin kapı arasında yer alan yapının 16. Yüzyılda inşa edildiği tahmin edilmektedir. Dikdörtgene yakın bir plana sahip olan hamamda yapı malzemesi olarak bazalt ve moloz taş kullanılmıştır. Soğukluk yan yana iki kubbe ve yarım kubbeyle örtülmüştür. Hamam günümüzde de aynı işlevini sürdürmektedir. ' açıklaması yer almaktadır. Hamamın işlevini sürdürmediği, caddeye bakan kısmının iş yerlerine dönüştürülmesi söz konusudur.

Gezi Rehberi'nin 160. Sayfasında yer alan metinde, On Gözlü Köprü(Dicle Köprüsü) tanıtılmaktadır. Bu köprünün kitabesi esas gösterilerek, 1065-1067 yılarında Mervanoğulları zamanında Nizamüddin Nasr döneminde yapıldığı bilgisine yer verilmiştir. Sonrasında 'Bazı kaynaklarda köprünün çok eski olduğu ve 1065'te köprüyü onaran Nasr'dan önce de mevcut bulunduğu belirtilmektedir. Köprü zaman içerisinde şehri kuşatan kuvvetler tarafından tarafından yıktırılmış, daha sonradan yeniden onarılmıştır. Şehrin son defa Bizans İmparatoru Juannes Tzimisces tarafından 974 yılında kuşatılması sırasında yıktırıldığı bilinmektedir.Köprünün günümüze kadar gelen son yapım ve onarımı, Mervanoğlu Nizamüddevle Nasr'ın buyruğu üzerine 1064 tarihinde yapılmıştır.'

Çelişkili ifadelerin yer aldığı metinde, köprünün Roma öncesi döneme ait olduğu belirtilmemiştir. Bilgiler, Şevket Beysanoğlu'nun Anıtları ve Kitabeleri ile Diyarbakır Tarihi'nin 1. Cildindeki 222. Sayfasından olduğu gibi alınmıştır. Yazarın tarihi yanlış ifadesi, olduğu gibi bu metne geçmiştir. Diyarbakır'ın 639'dan sonra Bizans etkinliği söz konusu değildir. Juannes Tizimisces, Diyarbakır'ın İran işgalini önlemek için köprünün Kırklar Tepesi'ne giden bölümünü yıktırdığını bilmekteyiz. Mervanî onarımı da yıktırılan kısmı kapsamaktadır. Köprünün onarım görülen bölümü, sağlam kalmış kısmından genişlik itibariyle biraz dardır.

Rehberin 178. Sayasında başlayan' Erganiyi Geziyoruz' bölümünde, ilçenin ilk yerleşiminin Yunus Peygamber tarafından kurulduğu ifadesi, kaynağa muhtaçtır.

Rehberin Silvan'ı ele alınan bölümün 199. Sayfasında 'Malabadî Köprüsü'nün Artuklular Dönemi'nde 1147-1148 yıllarında Artukoğlu Timurtaş tarafından yaptırıldığı' yer alır. Bu sadece köprünün onarımını ifade etmektedir. Köprünün Roma öncesine tarihlendirildiği, birçok onarımdan geçtiği bilinmektedir.

Bu rehberde ilçeler ele alınırken, Eğil, Ergani, Çermik ve Silvan dışındaki ilçeler tanıtılmamıştır. DEVAM EDECEK