Dilin kemiği yok, nasılsa... Herkes şehrindeki bir olumsuzluk için " Sahipsiz memleket" der, durur.
Buyrun memleketinize sahip çıkınız, elinizden tutan mı var?
Sanal ortamda belirginleşen bu söyleme, klavye kahramanlığının üst versiyonu olarak bakmak lazım.
Sorulması gerken şu: Memleketin, şehrin için ne yaptın?
Siyasî partilerdeki gibi bir dil. Muhalefette isen eleştirmek için konuşma, iktidarda isen her şey güllük ve gülistanlık.
Hayatın bir çok alanında çağa tanıklık etmiş, sayılırız.
Her şey, memleket ve şehir için taraf olmakla başlar.
Çok şey, maddî imkânla sınırlı.
"Memleket sahipsiz" ne demek?
Gazetelerde, kimi dergilerde, televizyonlarda ve sanal ortamda bir keşmekeşlik...
İmkân, olanak, yeterlilik oldu da geri mi kaldık?
Para ve pul vardı da harcamadık mı?
Yatırım mı yapmadık?
Yaşadığım şehirde doğmuş ve şimdi uzaklarda, çok uzaklarda olan kimileri, şehre sahip çıkmamızı buyurur, bize şehri emanet ettiklerini beyan etmiş.
Katını, yatını, otellerini, fabrikalarını saymana gerek yok.
Yılda bir hafta doğduğun, büyüdüğün memleketine turist gibi gel, bari.
Ölün olduğunda üç gün gelip gidersin.
Sen tatilini başka yerde yapma.
Gel, yediğin ve içtiğin bizden olsun.
Senin çocukluğunun geçtiği mahalleye, sokaklara götüreyim, seni gezdireyim.
Vebalini sırtıma yüklemeyin, ne olur?
Sen sahip çıktın da elini tutan mı oldu?
Sen, memleketin ve şehrin için ne yaptın?
Utanmazlığın parayla perdelendiği ortamda, varlıkla maskelendiği günümüzde şehrinizin ve memleketinizin size ihtiyacı yok, bilesiniz.
Memleketse hepimizin, şehirse bizim.
Hatırlatalım, dedik.
Sizden ve sizin cenahtan kimseden beklentimiz yok.
Memleketiniz, şehriniz sizi kabul ederse gelin, bağrımıza basarsa mesele yok.
Ötesi mi, bu güne kadar nerelerde idiniz de bizim sizden haberimiz olmadı.
Biz sizi biliyorduk da siz, bizi neden tanımadınız, sormadınız.
Masamda yazı makinesi.
Daima çay durur, gibi.
Karşımda bir ayna.
Kişi, memleketinin ve şehrinin aynası bilinir.
Bayım, sizler bu aynada görünmüyorsunuz.
Silik silûetler arasında bile yoksunuz.
Siz, rahatınızı bozmayın.
Siz, dilediğinizce yaşayın.
Nasılsanız yaşarken gelmediğiniz memleketinize, şehrinize ölünce getirileceksiniz.
Ben yaşarsam, seninle bu hâlde konuşamam.
Bilirsiniz ölüler konuşmaz.
Seninle şimdi konuşmak istedim, dilimden anlıyorsanız...