İnsan, topluluk içinde yaşamaya müsait bir yaratılışta halkedilmiş. Tek başına tüm ihtiyaçlarını gidermesi mümkün değildir. Tabii minimal anlamda doğal yaşam deyip de inzivaya çekilmemişse… Böyleyken modern yaşam iş bölümünü zorunlu hale getirmiş durumda. Bu yüzden bir işin üretilmesi için bazen onlarca, binlerce insanın eş zamanlı çalışması gerekiyor. İş bölümü zincirindeki bir halkada meydana gelen kopma tüm bir emeği heba edebilir. Bu da zaman, emek ve değer kaybı demektir.

İş verenler elbette ki iş hayatının işleyiş çarkının sekteye uğramasını istemezler. Bunun için gereken tedbirleri önceden hesaplayarak alırlar. Ancak alınan tedbirlerin işçinin lehine işletildiği nadirdir. Genel olarak sanayi inkılabıyla beraber, değişen hayat tarzı köyden kente göçleri patlattı. Şehirlerde biriken iş gücü, potansiyel işçi topluluklarını oluşturdu. Sanayinin sermaye babaları, biriken işçi topluluğunun emeğini kendi kârlarına kâr katmak için kullanmaya başladılar. İşçi hareketleri ve işçi haklarını korumak amacıyla ortaya çıkan sendikal çalışmaların ardından işçi haklarında düzenlemelere gittiler.

 Ancak en nihaye bakıldığında her zaman bu düzenlemeler, sermaye sahibinin lehine tahakkuk ettiriliyor ve en ufak bir yasa açığında işçi hakları güme gidiyordu. E e tabi ki sermaye, sömürgecilik faaliyetleriyle zenginleşen para babalarında, bilimsel ve teknolojik gelişmeleri onlar finanse ediyor, ortaya çıkan teknolojiyi onlar kendi fabrika ve atölyelerinde kullanıyorlar. Her şekilde sermaye sahibi kârına kâr katabiliyor. Böyleyken 12-14 saat veya daha fazla çalıştırdığı çocuk işçiler, kadın ve erkeklerin haklarının iyileştirilmesine her zaman adaletli bir şekilde yaklaşmıyor. Kurdukları sömürü düzenini kendi lehlerine devamı sağlamak ve bunu pekiştirmek adına süreci de kontrol ediyorlar.

1750lerden itibaren medeni geçinen Avrupa'da ve genel olarak Batı'da sanayide iş ahlakı gerçek anlamda oluşturulamadı. Kısmı iyileştirmeler yapılsa bile bu gerçek manada adaleti sağlamadığı gibi ne işçinin ne köylünün durumunu iyileştirmeye değil, sermaye babalarının efendiliğini sürdürmeye yönelik iyileştirmelerdi. Çoğu kez çalışmaya mecbur kıldığı ve emeğini çarçur ettiği işçisini koruma altına almayı bile gerek görmedi. Zira her zaman el altına karın tokluğuna çalışmayı kabul edecek biçare işçiler olacak bir topluluk vardı. 

Ayrıca sendikalar vasıtasıyla haklarını arayan ve gözü açılmış bilinçli işçi topluluğunu asla istemiyorlardı. Yine de işçi sınıfının bilinçlenmesi ve grevlerle haklarının peşine düşmesiyle zoraki iyileştirmeler yapıldı.

 1 Mayıs bu anlamda haklarını alabilmek adına sermaye sahiplerinin karşısına dikilen işçi ve emekçilerin bir yönüyle bu kazanımlarının kutlandığı bir gün. Dünyanın her tarafındaki işçiler arasında birlik, dayanışma ve haksızlıklarla mücadele etme günü olarak belirlenmiş ve işçi bayramı olarak da genel kabul görmüş.
 
Ancak işçi hakları üzerinde sadece işçi sınıfı, sosyalistler, komünist ve anarşistler ve diğer sol gruplar yalnız söz söyleme hakkına sahip değillerdir. Zira öyle bir hale getirilmiş ki sanki işçinin hakkını sadece bu gruplar koruyabilir de başka insanlar değil. 

Oysaki durum hiç de sanıldığı gibi değildir. Kapitalizmin vahşi düzenine bir dur demek için ortaya çıkan sosyalist ideoloji zaman içinde polit büro örneğinde olduğu gibi kendisi de kapitalist özellikler almaya başlamıştır. Böyle olmasa idi sosyalist bir dünya yaratmanın örneği olarak kurulan Sovyet sosyalist Cumhuriyetleri Birliği nam-ı diğer SSCB 1991'de yıkılmazdı. Şimdi tüm dünya küresel kapitalizmin acımasız, adaletsiz düzeniyle kıskıvrak bağlanmış ve hakları talan edilen işçi ve emekçileri inim inim inlemektedirler. 

Tabi Batı dünyası karşısında Doğu dünyasında da Batının işbirlikçileri eliyle kapitalizm vurgunu çok daha acımasız bir şekilde hiçbir insani işçi ve emekçi hakkı gözetilmeden uygulanmaya devam edilmektedir.

 Geçenlerde sosyal medyaya düşen ve Gazze katliamıyla adeta alay ederek tüm dünyanın nefreti kazanan adı malum markanın ürünlerinin Uzakdoğu Asya'da bulunan Bangladeş'te binlerce köle işçinin hiçbir hakkının gözetilmediği şartlarda çalıştırılarak dünya markası olduğu ifşa edilmişti. Parça başına ürün maliyetini 10 sente mal ederken mağazalarında binlerce dolara satıyorlar. Ama o ürünleri meydana getiren işçileri ise karın tokluğuna denecek en acımasız ve kötü şartlarda çalıştırmakta bir beis görmüyorlar. Kendi ülkelerinde bir nebze, o da kerhen, kendi işçisinin gözü açılmış olduğundan sus payı cinsinden bazı hakları tanımış olsalar da dünyanın başka yerlerinde hiçbir hak gözetilmeden işçi emeğini sömürmeye devam etmektedirler. 

Bu yüzden kapitalist düzenin savunucuları olan sermaye babaları, kısmen bazı hakları verir ve savunur görünürken hiçbir zaman bir iş ahlakına sahip olmamışlardır. Aksine sömürme ahlakı onlara sınırsız bir zenginlik ve sermaye oluşturmuştur. Ellerine geçen bu güçle de dünya işçi ve emekçilerini istedikleri gibi ölüme çalıştırabilmektedirler. Bu acımasız düzenin kaldırılıp daha adil çalışma şartlarının oluşturulabileceği bir iş hayatı tanzim edilmelidir. 

Bu görev artık mevcut kapitalist, sosyalist ideolojilerle değil, işçinin hakkını teri kurumadan verecek adil bir düzen oluşturma potansiyelini taşıyan vicdanlı, imanlı insanlara ve onların ikame edecekleri yeni bir iş ahlakı düzenine ihtiyaç bulunmaktadır. Elbette ki bu, iş ahlakını kendi şahsında oluşturmuş, adil ve merhamet esaslı bir düşünceye ve imana dayanmış hesap bilinci yüksek insanlara düşmektedir.

 Yoksa nefsini ilah edinmiş her zorba sermaye babası, potansiyel bir Karun olarak insanların başına her devir ve çağda tebelleş olacaktır. Sadece işçilerin değil tüm insanların emeklerine gereken hassasiyet ve adaletin gösterileceği yarınlara kavuşmak dileğiyle…