Türkiye'de Diyanet'in başına getirilen en önemli simalardan biri olan Mehmet Görmez, birçok polemiğin ardından görevine veda etti. Zaten ayrılacağı önceden belli idi. Hani derler ya perşembenin gelişi çarşambadan bellidir diye. Cumhurbaşkanının açıklaması ardından Görmez Hoca'ya sorulan sorulara verdiği cevaplar sürecin sonucunu gösteriyordu.
'Selaları susturan darbelerden darbeleri susturan selalara' sözleriyle 15 Temmuz darbe girişimini en iyi özetleyen ve bu girişimin bertaraf edilmesinde önemli bir rol üstlenen Görmez Hoca'nın, 15 Temmuz'un birinci yıldönümünün hemen akabinde görevi bırakmak zorunda kalması toplumda şaşkınlıkla karşılandı.
Beklenmeyen acaba bu gelişme bir rövanş mıydı? Ya da darbecilere karşı durmanın bedelini mi ödüyordu?
Elbette bu sorular, FETÖ ile mücadele eden bir hükümetin döneminde soruluyor olması birçok kişiye anlamsız gelebilir. Zaten işin pek anlaşılmayan, işi karmaşık hale getiren tarafı da bu değil mi?
Ben naçizane bu süreci; Görmez Hoca'nın Diyanet'i özerkleştirme mücadelesine bağlamıştım. Hocanın veda konuşması tahminimi doğrular nitelikteydi. Özellikle Kutlu Doğum Haftası ile ilgili yapılan saldırılarda Görmez Hoca, Diyanet camiası ile istişare yapmış ve bu konuda siyasete rağmen (Numan Kurtulmuş açıklamaları) özerk! yani bağımsız bir karar almıştı.
Bu süreçle ilgili söylenenler sadece analiz ve tahminden öteye geçmese de Görmez Hoca'nın yaptığı veda konuşması, süreçle ilgili bazı hakikatlerden ip ucu verir gibiydi. Şimdi bazı acı gerçekleri barındıran bu konuşmadan bazı bölümleri hep birlikte analiz edelim:
1-'Görev sürem boyunca Türkiye'mizin yaşadığı değişime muvazi olarak, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın bürokratik bir kurum olmanın ötesine geçmesi ve milletimizin dini-manevi hayatına yön veren bir millet kurumuna dönüşmesine çok önem verdik.'
Türkiye'nin geçirdiği değişimi hatırlatan Görmez Hoca, -ki bu değişimin ekseriyeti hükümet döneminde gerçekleşti- bu değişimin Diyanet için de yaşanması gerektiğini; Diyanetin bürokrasinin emrinden çıkarak millete mal olmasına önem verdiğini söylüyor. Hatırlarsanız Diyanet, cumhuriyetin ilk yıllarındaki Kemalist kadro, dini bir tehlike olarak görmüş daha sonra baş edemeyeceğini anlayınca dini kontrol altına almak için kurulmuş. Her ne kadar bu açılım zamanla tam tersine döndü ise de Diyanet'in bürokrasiye bağlı olması hep tartışılmıştır. Ve hala tartışılmaya da devam ediliyor.
2-'Diyanet İşleri Başkanlığımızın, aziz milletimizin gönlündeki yeri ile gönül coğrafyamızda ihraz ettiği mevki ile devlet bürokrasisindeki yeri arasındaki farklı konumlar mutlaka yeniden gözden geçirilmelidir. Kadim devlet geleneğimizde adı kalemiyye olan bürokrasi elbette önemlidir. Fakat devletin bekası için ilmiyyenin önemi her türlü izahtan varestedir. Bu köklü müessesenin salt bürokratik bir kurum mu yoksa ilmiyyeyi de temsil eden dini-manevi hayatımızı sevk ve idare eden bir müessese mi olacağına artık kesin bir şekilde karar verilmelidir.'
Bu bölümü analiz etmeden önce konunun anlaşılması için burada geçen iki kelimeyi ele alalım. Kalemmiye ve ilmiyye… Kalemiyye, Osmanlı'da idari ve mali bürokrasisini oluşturan gruptur. Yani anlayacağınız şimdiki siyaset bürokrasisi… İlmiyye ise tepesinde Şeyhülislam'ın bulunduğu ilmiyenin başlıca görevleri dini eğitim ve şeriatin doğru bir şekilde uygulanmasını sağlayan grup. Yani şimdiki Diyanet camiası gibi bir şey…
Görmez Hoca burada 'aziz milletimizin gönlündeki yeri ile gönül coğrafyamızda ihraz ettiği mevki ile devlet bürokrasisindeki yeri arasındaki farklı konumlar' sözleriyle ince bir noktaya dikkat çekiyor. Diyanetin, milletin gönlünde ve İslam coğrafyasında kazandığı mevki ile devlet bürokrasinin ona biçtiği konumun tekrar gözden geçirilmesini istiyor. Bu sözlerden anlıyoruz ki milletin ve İslam coğrafyasının Diyanet'e bakışı ile bürokrasinin bakışı bir değil.
Devamında 'Kadim devlet geleneğimizde adı kalemiyye olan bürokrasi elbette önemlidir. Fakat devletin bekası için ilmiyyenin önemi her türlü izahtan varestedir.' sözlerini kullanan Görmez Hoca, burada iki sınıfı Bürokrasiyi (Kalemiyye) ve Diyaneti (İlmiyye)karşılaştırarak ) uyarı yapıyor. Bu sözlerin kullanılması siyaset ile Diyanet arasında bir anlaşmazlığın var olduğu ama hükümetin tavrını bürokrasiden yana kullandığı anlaşılıyor.
Sözlerin devamında 'Bu köklü müessesenin salt bürokratik bir kurum mu yoksa ilmiyyeyi de temsil eden dini-manevi hayatımızı sevk ve idare eden bir müessese mi olacağına artık kesin bir şekilde karar verilmelidir.' Denilerek Diyanet'in konumu hakkında yaşanan kafa karışıklığının giderilmesini istiyor. Burada Görmez Hoca, adeta hükümete Diyanet siyasete bağılı bürokrat bir kurum mu yoksa dini temsil eden bir müessese mi kesin kararınızı verin demeye getiriyor. Burada da Diyanetin siyasetten bağımsız hale gelmesi noktasında bir talebi görmek mümkün…
3-'Coğrafyamızı kuşatan ayrılıkçı din söylemleri, tekfir, tefrik hastalığı asla mihrap, minber ve kürsülerimize yaklaşmamalıdır. Diyanet İşleri Teşkilatının buna asla izin vermeyeceğine olan inancımı ifade etmek istiyorum. Diyanet, ilmin, hikmetin, marifetin, makuliyetin ve orta yolun güçlü sesi olmaya devam etmelidir.'
Emperyalist ülkelerin ümmet coğrafyasını parçalamak için Müslümanlar arasına soktuğu mezhepçilik, milliyetçilik, tekfircilik gibi birçok hastalık vardır. Dünyada ve ülkemizde din adına ortaya çıkan ve maalesef bu hastalıkların bulaştığı veya bulaştırıldığı birçok grup vardır ki bunların fikirleri, söylemleri ve pratikleri ümmeti parçalamaktan başka hiç bir işe yaramıyor. Bu grupların liderleri, çıktıkları kürsülerde İslam adına! topluma bu hastalıkları taşımaktadır. Bugün Irak, Suriye, Afganistan ve benzeri birçok yerde Müslümanlar arasında yaşanan çatışmalar bunun acı birer örneğidir. İşte, Görmez Hoca, Müslüman toplumları felç eden bu tehlikeye dikkat çekiyor ve mutedil olmayı tavsiye ediyor. Görevi boyunca tip insanlara geçit vermediğini ve kendisinden sonra da geçit verilmemesi gerektiğinin altını çiziyor. Görmez Hoca'nın veda etmesinin ardından koca koca! alim kisveli şahısların ona yaptığı hakaretler, aslında bu sürecin arkasında kimlerin olduğunun ip ucunu veriyor gibi…
4-'Diyanet Teşkilatı bir daha sapkın hiçbir dini yapı konusunda 40 yıl gecikmiş olmanın mahcubiyetini yaşamamalıdır. Ancak, tek gayesi cemiyete imanlı, ahlaklı bireyler yetiştirmek olan dinî kurum ve kuruluşlar bu tür yapılarla karıştırılmamalıdır.'
Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki FETÖ, hem yapısı hem de kullandığı kavramlar itibariyle İslam'a ve İslami cemaatlere büyük zarar verdi. 15 Temmuz'un başkahramanlarından olan cemaatlerin, darbe girişimi sonrası hedef tahtasına konulmasını hatırlarsınız. Yani birileri fırsat bulmuşçasına 'vurun abalıya' türünden FETÖ üzerinden tüm İslami cemaatleri hedef tahtasına koymuştu. İşte Görmez Hoca, bu tür kirli düşünceli insanların da hevesini kursağında bıraktı. 'Ancak, tek gayesi cemiyete imanlı, ahlaklı bireyler yetiştirmek olan dinî kurum ve kuruluşlar bu tür yapılarla karıştırılmamalıdır.' diyerek yaş ile kurunun birlikte yanmasına fırsat vermedi. Tabi bu da birilerinin hoşuna gitmedi. Truva atlarını kullanan bu çevreler, hemen saldırıya geçti. Bu anlamda Kutlu Doğum Haftası ile yapılan saldırıları hatırlayın…
5- 'Değerli kardeşlerim, göreve başladığımızda, 'Bundan sonra Diyanet, sadece Türkiye'nin Diyaneti olmayacak' demiştik. Elhamdülillah, bugün Diyanet, Avrupa'dan Uzak Doğu'ya, Pasifik kıyılarından Sibirya içlerine, Afrika'dan Amerika'ya kadar 113 ülkede faaliyet yürütüyor. Bu vazife esnasında beni en çok bahtiyar kılan şey kayıp kıtalarda kaybettiğimiz kardeşlikleri yeniden bulmak olmuştur. Ezanın ilk okunduğu Kamçatka'dan Haiti'ye, Doğu Türkistan'dan New Kaledonya'ya, Altay Türklerinden Kübalı Müslümanlara kadar her birine ulaşmış olmak, kaybettiğimiz kardeşlikleri yeniden inşa etmek Allah'ın en büyük lüftu olmuştur.'
Yukarıda değindiğimiz gibi emperyalist ülkeler, yüzyıllardır İslam coğrafyasını parçalamanın sefasını sürdürüyorlar. Çünkü İslam coğrafyası parçalandıkça, birbirinden bağları koparıldıkça onların koltukları daha da sağlamlaşacaktı. Böyle bir zamanda siz kalkıp ulus devletine hapsedilmek istenen bir kurumu, ümmet kardeşliği adına kucaklamaya çalışacaksınız. Bin parçaya bölünüp yapboz tahtasına çevrilmiş İslam coğrafyasını bir daha birleştireceksiniz hem de onlardan izinsiz. Elbette buna sömürgeci emperyalistler, rahatsız olacak ve yerli uşakları yoluyla saldırıya geçeceklerdir.
Şimdi tüm bunlar karşısında Cumhurbaşkanın ya da hükümetin bu gelişmeyi onaylamasının arkasında hikmet arayanlar da olabilir. İşin gerçek yüzünü elbette biz bilemeyiz belki bir gün gelir bu da açığa kavuşur. Ama şu bir hakikattir ki yapılan her hata bir gün mutlaka hata yapanın karşısına çıkar. Bu isterse bir şahıs isterse bir kurum ya da isterse bir devlet olsun. Şu unutulmamalıdır ki yıllar önce FETÖ ile (o zaman Hizmet Hareketi) geliştirilen ilişkiler ve Suriye dış politikasında yapılan hataların acısını hala millet olarak çekiyoruz.

Bu anlamda zor süreçlerin yaşandığı bir zamanda ehliyet ve liyakat sahibi, tüm Müslümanları kucaklayıcı yöneticilere ihtiyaç vardır. Bu tür insanlar, kesinlikle günübirlik politikalara, siyasi ihtiraslara ya da art niyetli kişilerin baskılarına kurban edilmemelidir.