Gölge'nin Sahibi der ki:
-Nedense öğle vaktinde, güneş tepede iken ayaklarımın ucuna bakmak, bana hep zül gelmiştir. Oysa sabahleyin güneş doğarken ve akşama doğru güneş batarken gölgeme bakmayı ne çok seviyorum. Nedendir, bilmiyorum ama… dedi ve sustu. Bir an ses boğazında düğümlendi, gerisini getiremedi…
Bunun üzerine Gölge dedi ki:
- Seni üzmek istemem ey Sahib. Ama gel gör ki, ikimizin de durumu aynı. İkimizin de varlığı başkalarının elinde. Böyle olduğu için ne sen, ne ben hiçbir zaman kendi irademizle, kendimize ait sınırlar çizemiyoruz… Tabi ki bu da bizi çok üzüyor, değil mi?.
-!…
- Çünkü benim varlığım sahibime bağlıdır. Yani sana bağlıdır Ey Sahib. Zira sen varsan ben varım; sen yoksan ben de yokum. Lakin senin bir şansın var yine de… dedi gölge. Bunun üzerine Sahib:
-Nedir o? Diye sordu Gölge'ye.
-Güneş olsa da olmasa da Sen varsın… Ama ben… Evet, ben… Çünkü benim varlığım hem sana hem de güneşe bağlıdır. Sen olsan da olmasan da bir şey fark etmiyor, bu durumda. Çünkü benim var olabilmem için güneşin her halükarda olması gerekiyor.
-Evet, öyle! Güneş doğduğu zaman benim de gölgem, yani sen ortaya çıkıyorsun. Güneş battığı zaman da sen kayboluyorsun. Bu durumda ben yine de varım…
-O halde, benim uzunluğum veya kısalığım seni neden bu kadar kederlendiriyor, üzüyor anlayabilmiş değilim doğrusu? dedi gölge…
Sanırım gölgenin Sahib'e yönelttiği bu soru, temelde bizim de kendimize sormamız gereken bir soru değil midir? Niceliğin peşinde koşarken niteliği bir kenarda bırakmak…