Coronavirüs, Modern Dünya ve Çöküs Sinyalleri

Bu hikaye adına 'Modern Dünya'denilen bir zaman diliminde yaşayan modern insanın hikayesidir. Bu insan ki Modernizm tarafından 'yeryüzü cenneti vaadiyle' sonu olmayan bir yarışa sokulmuş ama sonunda sömürülme, ölüm, göç, kan ve gözyaşından başka hiçbir şeyi olmayan bir 'cehennem' ile yüz yüze kalmıştır. İnsanlık tarihi, nice savaşlar, afetler ve salgın hastalıklar görmüş olsa da teknolojinin çok geliştiği bu dönem kadar acı çekmemiştir.

Bu büyük olaylar, tarihin akışını iyi/kötü yönde değiştirmiş, insanlığın hayatında yeni sayfalar açmıştır. Bugün yaşadığımız Coronavirüs salgını da daha önce yaşanmış olaylar, günümüz dünyasında siyasal, ekonomik, sosyal ve kültürel yönden birçok değişime yol açacaktır. Bu analizimizde Modern Dünya'nın ortaya çıkışını, bu çağın siyasal örgütlenmesi olan Modern Ulus Devletlerin Coronavirüs salgınından nasıl etkileneceği ve bunların Müslümanları ve İslam Dünyasını nasıl etkileceği konularını imkanımız nispetince ele almaya çalışacağız.

Kutsal gelenek ve dinlerin anlamdırdığı dünyada her şey fıtri/ilahi düzenin gerektirdiği hayata göre kendi içinde anlamdırılmıştı. Bu hayat biçimlerini yansıtan toplumlarda sosyal düzenin manevi ve ahlaki bir meşruiyeti vardı. Kendi sınırları dahilinde bir bütünlük arzeden bu düzeni kabul edilebilir ve katlanabilir kılan ana faktör bu meşruiyetti.

Aydınlanma Felsefesi, kutsal geleneklerin ve dinlerin insanı binlerce yıl içinde yaşattığı anlamlar düzenine karşı çıkarken bütünlük ve düzen fikrini aldı; ama istikrar arayışını statik bulup redetti. Bunu yaparken de dinlere ait bütünlük fikrini bozdu, varlığın geleneksel yapısını dağıtıp parçalara ayırdı ve sonra yeniden bir araya getirip yeni bir bütünlük elde etti.

Dinlere göre bitkiler ve hayvanlar da birer canlı ve kutsal iken Aydınlanma bunu redderek hayvanların seslerini makine gıcırtısı olarak tanımladı. Bununla yetinmeyerek insanı da bir makina olarak tanımladı ve onu bozuk bir saate benzetti (Descartes).

Adeta varlığa format atılarak her şey yeniden adlandırıldı. Böylece varlığın ilahi yönü inkar edilerek seküler bir dünyanın kapısı aralandı. Ontolojik yapısı inkar edilen, orjinal haline müdahale edilen dünyada artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Düşünce alanında başlayıp hayatın her alanında etkisi görülen bu değişimin, zaman geçtikçe siyasal, sosyal, ekonomik, kültürel ve ekolojik olarak çok vahim sonuçları olacaktı. Tüm alanlar direkt veya dolaylı birbiriyle ilişkili olsa biz bu yazımızda sadece siyasal etkilerini ele alacağız.

Sanayi Devrimiyle beraber adına burjuvazi denilen yeni bir sınıf ortaya çıktı. Bu sınıf kendine rakip gördüğü kral ve feodallerin yetkilerini elinden alabilmek hem de ortaya çıkan yeni ihtiyaçlar için insanları kontrol edebilmek için yeni bir siyasi örgütlenme yoluna gitti. Böylece varlığı kendi zihninde parçalayıp yeniden bir bütün içinde kuran Batılı insan, toplumu da parçalayıp yeniden kurmanın en güçlü aracı olarak geleneksel devlet biçimlerinin hiçbirine benzemeyen Modern Ulus Devleti keşfetti.

Sınai kapitalizmin merkezileştirerek yarattığı yeni toplumlarda ise yeni bir iş bölümü, hareket ve organizasyon gibi zorunlukları öne sürerek bu fonksiyonları gerçekleştirecek yeni kurumlar ihdas edildi ve bu kurumlar aracılığıyla bütün toplumsal hayat birbiriyle ilişklendirilerek merkezi otoriteye meşruiyet arandı.

Modern devleti, totaliter kılan yeni gelişme buydu ve bu da dünyada yeryüzü cenneti varetme ideolojisiyle bütün yerel ve yöresel özerkliklere son verme hakkını devlet aygıtına devretme imkanını hazırladı. Bu durum başta eğitim olmak üzere bürokrasi ve hukukun tekelleştirilerek merkezi iktidar aygıtına verilmesi gibi dini, hukuki ve kültürel özerkliklerin çoğulcu yapıların tasfiyesi gibi trajik bir müdahale ile sonuçlandı. (1)

Bundan daha da önemlisi yıllardır mağduru olduğumuz bu yeni devlet modelinin, Batı dışında kalan dünyaya ihraç edilmesiydi. Bu gelişmeyle Batı'da gelişen sanayiye hem hammadde karşılamak için hem de üretilen ürünlere yeni pazarlar oluşturulurdu. Böylece daha önceleri bizzat kendilerinin yapmak zorunda kaldığı çok zahmetli ve masraflı olan fiili işgale dayanan sömürgecilik yeni boyuta taşınmış oldu.

İmparatorluklar döneminin sonunda 'özgürlük ve modernleşme/ilerleme' adı altında birer modern ulus devlete dönüşen toplumlar, bu gelişmeyle küresel sömürge sisteminin bir şubesi konumuna düşüp entegre olduklarını çok geç farkedeceklerdi. Modern devletin tekçiliği ve baskıcı sebebyle bu ülkelerdeki yüzyıllarca birlikte yaşayan farklı dil, din ve etnik yapılar yok sayılarak geleneksel toplumdaki çoğulculuğa son verildi. Bu da acı sonuçlarını hala iliklerimize kadar hissettiğimiz; inkarcılığa, baskıcılığa, çatışmalara, kan ve gözyaşına sebep oldu.

Fransız Devrimi'nin sahte maskesi olan 'özgürlük, eşitlik, modernleşme' gibi sihirli kavramların gerçeklikleri çok kısa bir sürede ortaya çıktı. Dünya, kendisine dayatılan sömürgeciliği, inkarcılığı ve savaşları daha fazla taşıyamazdı. Daha önceleri onları sömüren krallar, feodal beyler iken bu sefer de onların yerini burjuvazi denilen seçkin bir zümre aldı. Zulüm edenlerin isimleri, sistemleri, yol ve yöntemleri değişse de değişmeyen tek şey zulümdü. İşte böyle bir dönemde Sosyalizm/Komünizm fikri ortaya çıktı.

Batı'nın Kapitalizmine bir tepki olarak ortaya çıkan bu akım, daha çok sömürgeciliğe maruz kalan Doğu'da halkların umut kaynağı oldu. Sanayi Devrimiyle köleleştirilen işçiler, birleşerek emeklerini sömüren burjuvaziyi yıkacak, yaşanan zulüme son verecekti. Son verecekti diyorum çünkü öyle olmadı. Ezilen dünyanın büyük umut bağladığı bu akım her ne kadar Doğu'da ortaya çıkmış olsa da felsefi anlayış ve hedef bakımından yine Batı'nın ürünüydü. Yani Sosyalizm/Komünizm sistem içi bir muhalefetti. O, modern ulus devlet sistemine değil sistem içinde bir değişimi düşünüyordu. Halbuki asıl sorun bizzat sistemin kendisiydi.

Derken 1917'de Rusya'da Ekim Devrimi yaşandı. 'Lenin'e göre; burjuvazinin bütün başarı ve birikiminden yararlanıp herkesin az çalışıp çok ürettiği ve boş zamanlarında kendini kültürel olarak kendini geliştireceğini söylüyordu. 70 yıllık deneyimden sonra, Stalin'in o bunaltıcı rejimine rağmen birinci sınıf füze ve üçüncü sınıf insan ortaya çıktı. Az çalışıp çok üreten ve boş zamanlarında gezen ise burjuva toplumunun insanlarıydı.' (2)

Kapitalizmin dünyada açtığı yaraya bir reçete olarak sunulan Sosyalizm işe yaramamış, ardında milyonlarca insanın ahını bırakarak 1990 yılında yıkıldı.

Tabii insanlığın yaşamının tıkanma noktasına geldiği bir dönemde Sosyalizm/Komünizm'in ortaya çıkması Modern Devlet'in baskıcı ve jakoben politikalarında değişikliğe neden oldu. Liberalizm ile devletin sivil topluma müdahalesi önlenmeye çalışılarak mevcut sistem korunmaya çalışıldı. Amaç halkı taleplerini yerine getirmek değil tıkanan sistemi muhafazaya yönelikti. Türkiye'de 1960 sonrasında ortaya çıkan, 1980'den (İran Devrimi faktörü) hızlanan ve bugün hala farklı şekilleriyle devam eden yumuşama politikaları buna örnektir.

Sovyet sisteminin yıkıldığı ilk günlerde dünyanın barışın ve refahın korunacağı yeni bir dünya düzenine girdiğini dillendirilmeye başlandı. Öyle ki Japon asıllı Francis Fukuyama, Tarihin Sonu tezi ile artık ideolojiler döneminin kapandığını ileri sürerek liberalizmin zaferini ilan ediyordu. Bu iyimser havanın üzerinden çok zaman geçmeden Balkanlar'da, Kafkaslar'da, Tacikistan, Afganistan ve Hint yarım kıtasında farklı dini ve etnik gruplar birbirlerinin kanını akıtmak için silahlara sarıldı.

Ve daha düne kadar dünyanın özellikle İslam Dünyasında ortaya çıka(rıla)n savaşlar, çatışmalar, göçler ve milyonlarca insanın ölümü... Mızrak çuvala sığmıyordu artık bundan yüzyıllar önce 'bağımsızlık, eşitlik, modernleşme' gibi kavramlarla insanlığa sunulan bu sistemin zulümden başka birşey getirmeyeceği acı tecrübeler yaşayarak anladı insanlık.


Devam edecek...
1)- Ali Bulaç (Modern Ulus Devlet)
2)- Ali Bulaç (Nuh'un Gemisine Binmek)