Bilge Kral Aliya İzzetbegoviç'in Filistin meselesini kaleme aldığı 'Müslümanlar ve İsrail' adlı makale ışığında günümüzde yaşanan Filistin sorununu analiz etmeye devam ediyoruz.

Burada belki de en parlak ve gerçekçi tespit, Filistin'de barışın sağlanmasının yegane yolunun, tarihi gerçekler ışığında İslam'ın hakimiyetinde olmasından geçtiğini ispatlamasıdır.

Tarih boyunca Yahudilerin yaşadığı büyük katliamlara değinen Aliya, bu zulme maruz aynı Yahudilerin Müslümanlara aynı zulmü reva görmelerini İsrail açısından bir tezat olarak görüp sorgular.

Aliya, 'Yahudilerin Avrupa'ya sürgün edilmesi tepkisi üzerine ortaya çıkan Siyonizm, içinde biriktirdiği bütün zehrini, kin ve intikamını, Yahudilerin her zaman emniyet ve koruma altında yaşadıkları bölgedeki Araplara karşı kustu. Mesela bugün İsrail Araplarla düşmanlık içerisinde, halbuki her türlü mantığa göre tersi olması gerekmektedir. Irkçılığın ve katliamın en büyük kurbanları olan Yahudiler bugün onun uygulayıcılarıdır; pratikte onlar Hitler'in acımasız güç kullanım, sürgün, mağlup olanlara karşı zulüm, askeri taktik olan ansızın saldırı, acımasız hesaplaşma ve intikam metotlarının uzantısı oldular.'

Tarih boyunca Yahudiler ile Müslümanlar arasındaki ilişkileri irdeleyen Aliya, tarihi bir hakikate ışık tutarak asırlar boyunca Yahudilerin, Müslümanların çoğunlukta ve hakim oldukları bölgelerde yaşadıklarını buna karşın Müslümanlar şimdiki İsrail'in kısa hakimiyeti dönemi haricinde, hiçbir zaman Yahudilerin hakimiyeti altında yaşamadıklarını açıklar.

'Yahudilerin Müslümanlara karşı olan bugünkü tutumları Müslümanlara, tarihi hesapları görmek maksadıyla 'misli ile iadede' bulundukları düşünülebilir.' diyen Aliya, tarihin şahitliğiyle Yahudilerin tüm Müslüman ülkelerde azamî barış ve dini hoşgörüye sahip olduğunu, Avrupa'da yaşanan antisemitizim gibi bir olayın İslam dünyasında yaşanmadığını belirtir.

Bu hoşgörüden den bir örnek veren Aliya şöyle der: 'İspanya'daki son Müslüman devleti olan Gırnata 1492 yılında düştüğünde, Müslümanlar ve Yahudiler sürgün ve yok edilme kaderini birlikte yaşadılar. O sırada yaklaşık 300 bin Yahudi oradan kaçtı ve çoğunluğu (tespitlere göre yaklaşık 200 bin), samimiyetle kabul edildikleri, hayat ve çalışmak için normal şartlara kavuştukları Türk imparatorluğunda sığınak buldu.'

Kudüs meselesinin Yahudiler ile Filistinliler ya da Araplar arasında değil de Kudüs'ün önemine binaen Müslüman ile Yahudileri karşı karşıya getireceğinden İsrail'in böyle bir yöntem ile (yaptığı işgal ve zulümlerle) İslam coğrafyasının ortasında bir kendisini 'getto'ya hapsettiğini zikreder.

İsrail'i muazzam büyüklükteki bir organizmanın içinde yabancı madde olarak niteleyen Aliya, İsrail'in manevi babası olarak bilinen Theodor Herzl'in Yahudi Devleti adlı eserinde ve 70 sene evvel yazdığı romanlarında kurulacak devlet ile yerli halkın direniş faktörünü sorgulayarak bu faktörün ıskalanmasının İsrail'e pahalıya mal olacağına vurgu yapar.

Yıllardır yaşanan ve belki tüm insanlığı n geleceğini bu mesele ile ilgili çok önemli bir tespitte bulunan Aliya, üç din için de kutsal sayılan Kudüs'ün ancak Müslümanların elinde bulundurulmasıyla sorunun çözülebileceğini tarihsel hakikatler ışığında teorik ve pratik açıdan ortaya koyar.

'Kudüs alışılmış bir şehir değildir. O, üç büyük dünya dininin vazgeçemeyecekleri kutsallıkları bulunan bir şehirdir:

Herkese tamamen açık olacak, özgür bir Kudüs şehrini kim temin edebilir?

Hem teorik hem de pratik olarak bunu sadece Müslümanlar yapabilir. Teorik olarak çünkü sadece İslam Hz. Musa'yı, İsa'yı, İncil ve Tevrat'ı tanır, aksine ne Hıristi-yanlar ne de Yahudiler ne Hz. Muhammed'i ne de Kur'an'ı tanırlar. Bu tespit, Müslümanların bu meseledeki üstünlüklerinin unsurudur.

Pratik olarak, Kudüs Müslüman dünyasında bulunmaktadır. Kudüs'te olacak her türlü gayr-i İslamî hakimiyet, sadece güçle ayakta durabilen anormal bir durum olur ve gerginlik durumu hiçbir zaman özgürlük durumu değildir.'

Tarihin bu tezleri açık olarak teyit ettiğini hatırlatan Aliya, İslam hakimiyeti boyunca her üç din için özgür bir şehir olan Kudüs'ün İslam'ın hakimiyetinden çıkmasıyla 2 sefer esarete düçar kaldığını ifade eder. Bu esaretin ilkinin haçlıların onu ele geçirdikleri esnada (1099-1187) ve ikincisinin ise bugün, İsrail'in elinde iken yaşandığının altını çizer.

İslam'ın, Hristiyanlığın ve Yahudiliğin Kudüs'teki uygulamalarına örnekler sunan Aliya, söylediklerin haksız olmadığını ispatlar.

'Britannica Ansiklopedisi'nde ilk haçlı seferi esnasında Kudüs'ün Hristiyanlar tarafından ele geçirilmesini şöyle oku-maktayız:

...Bir aydan fazla süren kuşatmadan sonra Kudüs ele geçirildi (15.07.1099). Korkunç katliam meydana geldi. Sokaklarda mağlup edilenlerin kan dereleri akmaktaydı. Ancak akşam olduğun-da haçlılar, deli coşkusundan ağlayarak, Kutsal Mezar'a doğru gidip ve orada hala kanlı olan ellerini duaya bağladılar. O sıcak Temmuz gününde ilk haçlı seferi böylece sonuçlanmış oldu. '

'Bununla, H.G.Wels'in Dünya Tarihi'nde tasvir ettiği gibi Kudüs'ün 638 yılında Müslümanların fethini karşılaştırın:

Kudüs'ün devri konusunda yapılan müzakereler esnasında alışılmamış bir şart öne sürüldü: Kudüs'ün bizzat halife Ömer'e teslim edilmesi istendi. Ömer, 600 mil yolu sadece tek bir yoldaşıyla beraber kat etti. Deveye binmiş ve yolculuk eşyası sadece çavdarla dolu büyükçe bir kap, hurma ile dolu başka bir kap, su torbası ve yemek çanağı... Beraberinde kimse olmaksızın, şehrin idaresini, büyük ihtimalle Bizans hükümeti adamlarının ellerinden alan Kudüs baş-piskoposu ile karşılaştı. Bu ikisi, hemen güzelce anlaştılar. Başpiskopos halifeye kutsal yerleri gezdirdi, Ömer ise keyiflenerek şaşalı giyinmiş ileri gelenlerin hesabına espriler yapmaktaydı. '

'Yahudiler, 1967 savaşı sonrasında Kudüs'e tamamen hakim oldular. Bu 'üç dinin şehrinde' onlar nasıl bir özgürlük rejimi kurdular? Bu konuda kısa bir süre evvel, Filistin'in Katolik, Ortodoks ve Evangelist kiliselerinin ileri gelenlerinin Birleşmiş Milletler Anket Komisyonu'na verdikleri tespitler açıklandı. Bu tespitler tahmin edilebilenleri sadece teyit etmektedir.
Katolik piskoposu Seman, İsraillilerin, eski Kudüs surları yanında bulunan Suriye Katolik kilisesinin tamamını tahrip ettiklerini bildirdi. Aynı zamanda Aziz Antius kilisesi duvarlarının bir kısmı, İsrail askeri araçlarının yeni şehirden eski şehir kısmına geçebilmesi için yıkılmıştır. Kudüs'teki Aziz Kurtarıcı Ermeni kilisesi hemen hemen tamamen tahrip edilmiştir. Onun pencereleri İsrail askerlerinin tüfek deliklerine çevrilmiş, içinden ise IV. asırdan kalma meşhur mozaik götürülmüştür.'

Bu tarihi gerçeklerden yola çıkan Aliya, İslam'ın Hristiyanlık ve Yahudiliği tolere etmek yerine onları kabul ettiğine dikkat çekerek bu tezini daha da güçlendirir.

Aliya, 'Bu tarihi gerçeklerin gerçek mahiyetini ancak, onlarda tesadüf değil kural gözlemleyen kimseler kavrayabilir.

Gördüğümüz gibi söz konusu olan, vahye dayalı dinlere karşı İslam'ın farklı tavrıdır. İslam'ın Yahudilik ve Hıristiyanlığa karşı olan tutumu hoşgörü üzerine değil, tanıma üzerinedir. İslam Yahudilik ve Hıristiyanlığı tolere etmez, onları tanır. Onların ibadethaneleri, aynı tanrının yüceltildiği gerçek ibadethanelerdir.' diyerek İslam'ın din diğer dinlere bakışını tarihi gerçeklerle ortaya koyar.

Tüm bu tarihi hakikatler gösteriyor ki Filistin ve tüm dünyada Yahudiler ile Hristiyanlar da dahil olmak üzere tüm insanlığın barış ve esenlik içinde yaşamasının garantisi İslam'ın yani Müslümanların adaletidir. Zulüm altında büyük bir sancı içerisinde kıvranan günümüz dünyasının arayışı da buna örnek değil midir?