Uzun zamandır kitap çalışmalarımdan dolayı yazılara bir müddet ara verdim. Bizi görüp eline kalem almamış olanlar "ya ben yazacağım da fırsat bulamıyorum." Konuşurken bile sağına soluna bakarak yaşadığı tedirginlik gözden kaçmamasına rağmen o hala olmayan yeteneklerinden bahsetmekteydi... Konuşurken bir "sürü insan" dediğinde sözünü kestim; "sen insan için sürü kelimesini kullanamazsın" deyince "lafın gelişi" deyip hiç umurunda olmadı. Sağa soluna bakınarak bana ders verircesine etrafın dikkatini üzerine çekiyordu. Baktım adamın anlayacağı yok. "Sen dediklerini yazarsan daha iyi olur" deyip gazetenin kapısına getirdim. O gazeteye çıkmaya bile cesaret edemedi "sonra" deyip ayrıldı…
Ülke olarak kötü günler geçiriyoruz. Nice ocağa ateş düştü. Nice çocuk yetim kaldı. Anneler gözü yaşlı, gelinler dul kaldı. Günlük hayat devam ederken her gün yeni acılarla yürekler burkmakta… Üzülmemek elde mi? Ben şahsen tüm bu acılara karşı üzüntü ve sıkıntımı seslendirmesem samimiyetimin gölgelendiğine inanıyorum.
O gençler nasıl yetişiyor, onlara bağlanan derin umutlar… Hepsi bir gelecek adına yaşam vaat ederken bir gençlik kırımı yaşandığının farkında değiliz. Üzülüyorum, aklım meşgul, düşüncelerim karman çorman. Farklı düşüncelere tahammülümüz yok. Hep benim dediğim olsun! diyenlerin dediği gibi olmuyor.
Biz eleştirmeyi seven eksikleri bulma uğraşında ustayız. Eksiklikleri bulamasalar da sırf konuşmak için konuşurlar. Evet birilerinin bir şeyler anlatması lazım. Ön yargı olmadan anlatmak ve duyduklarımıza tahammül etmek mecburiyetindeyiz. Ancak bu vesileyle sağlıklı ilişkiler kurulabilir, etik değerlere sahip çıkılabilir.
Nere gitsek bir şeyler anlatan var. İktidarın gündemi, ülkenin içinde olduğu hal ve en üst ağızdan duymak istediklerimiz; ekonomik durum, eğitim, sağlık ve hepsinden önemlisi içine girdiğimiz ve bir türlü çıkmak için uğraşmadığımız girdap.
Görevlerine son verilenler, açığa alanlar, tutuklananlar. İnsanlar bu tür olayları duymaktan sıkıldı. Biz bu ülkede yaşayan halklar olarak haksızlıkları, zulmü kabul etmeyiz. Bir telefon haberi ile milyonlar sokaklara döküldü…İşte bu nedenledir insanlar göğüslerini siper edip bir yanlışlığın yaşanmamasına karşı dik durdular, fırsat vermediler. Bu bir günde olup bitti, ancak kırk yılı bulan yaka silktiğimiz, nefretini her fırsatta seslendirdiğimiz acı kayıplardır.
Biz yeni umutların peşinden koşmalıyız. Bizler ufuklara yelken açan gemilerin tayfaları gibi şen şakrak olmalıyız. Bizler yeni sevdalara el etmeliyiz. Töreler kabul etmese bile kaçırılan bir kız misali zorlukları aşabilmeliyiz, hem de dağları aşarak...
Yeni şiirler yazılmalı, yeni güfteler bestelenmeli…Umduğumuz, hasretlerimiz ve hasletlerimiz, şekil bulsun diye…Özgürlüklerimiz, güvenliğimiz ve hukukun üstünlüğüne inanarak bedel ödemek zorunda olmadan, bu ülkede hep beraber, kardeşçesine birlik içinde yaşayabilmenin olanaklarını milletçe yaratabilmeliyiz.
Artık cezalandırma ile bir yere varılmayacağını, şiddetin, terörün bu ülkenin omurgasına darbe vurduğunu görmeli ona göre itidalli davranmalıyız. Nereye gittiğimizi, ne yapmamız gerektiğini, güzellikleri görme adına düşünüp beyin yormalıyız. Nefis dediğimiz ego, bencillik yaparak hareket edersek toplumsal bir kırılma içine düşmenin yamacındayız. Oysa akılla hareket ederek, vicdanın sesini dinleyerek olumlu ve hepinizin evet diyebileceğiniz tek önemli argüman kimsenin ölmemesi…
Bunun sağlanması nasıl olur. Halkın içinde duyduklarınızı toplayın aklınızın bir köşesinde mağala yatırın bakın ne güzel şeyler filizlenecek, yapraklanacak. Kendi doğrularınızla baş başa kaldığınız sürece yaşamın gerçeklerinden uzak kalırsınız. Öyle bilin ki öldürme araçları ses verdikçe, bombalar patladığı sürece kan akmaya devam edecek, ülkeyi hüsrana uğratan acıdır, ıstıraptır…
Gazetelerde olayları haberleştirenler, köşesinde düşüncelerini paylaşanlar, ekranlarda yüreğinden geldiği gibi konuşanlar. Tarafgir olanlar, eyyamcı olanlar, gerçekleri paylaşanlar, hakkı ve hakkaniyeti dile getirenler, hepsi bu ülke vatandaşlarının mutluluğu ve aranılan en güzel kelime barış söylemi için.
Bakınız Martin Luther ne diyor; "Kuşlar gibi uçmasını, balıklar gibi yüzmesini öğrendik ancak bu arada çok basit bir sanatı unuttuk; kardeş olarak yaşamayı."