Ümmü Ümare (r.a.), Peygamberimizin Medine'ye İslamiyet'i öğretmek için gönderdiği Mus'ab bin Ümeyir (r.a.) vasıtasıyla Müslüman olmuştu. Kuvvetli bir imana sahipti. Allah ve Resûl'ü yolunda hayatını ortaya koymaktan çekinmezdi. Nitekim Uhud Savaşı'nın en şiddetli anında vücudunu Resûlullah'a (a.s.m.) siper etmiş, örnek kahramanlığıyla ismini tarihe altın harflerle yazdırmıştı. Hadiseyi kendisinden dinleyelim:
'Uhud'a gitmiştim. Müslümanlar ne yapıyor bir bakayım, diye düşünmüştüm. Yanımda su da vardı. Resûlullah'ın yanına kadar yaklaştım. Sahabilerin arasındaydı. Galibiyet Müslümanlardaydı. Fakat çok geçmeden mağlup duruma düştüler. Resûlullah'ın etrafındaki sahabiler ya dağılıyorlar veya şehit oluyorlardı. Etrafında çok az kimse kalmıştı.
'Resûlullah'a bir zarar gelmesinden endişe duydum! Hemen yetiştim. Müşriklere karşı savaşmaya başladım. Kılıçla, okla müşrikleri Resûlullah'tan uzaklaştırıyordum. Bu arada yaralandım.
'Resûlullah'ın yanında 10 kişi kalmıştı. Ben, oğullarım ve beyim, Resûlullah'ın önünde müşriklerle çarpışıyor, onları uzaklaştırmaya çalışıyorduk. Resûlullah yanımda kalkan olmadığını gördü. Kalkanı olan birine, 'Ey kalkan sahibi, kalkanını savaşana bırak!' buyurdu. Ben o kalkanı alıp kendimi korumaya başladım.
'Derken, bir süvari bana vurdu. Kalkanımla korundum. Hemen ardından atının ayaklarına kılıçla vurdum. At, sırtının üzerine yıkıldı. Adam düştü. Resûlullah bunu görünce oğluma, 'Ey Ümmü Ümare'nin oğlu, annene yardım et!' buyurdu.'
Savaş bu minval üzere devam ediyordu. Nesîbe Hatun, Resûlullah'ın etrafında adeta bir pervane olmuştu. Dönüp duruyordu. Peygamberimiz savaş sonrasında, 'Uhud Günü sağıma soluma döndükçe hep Ümmü Ümare'yi yanı başımda çarpışırken görüyordum.' buyurarak onun bu fedakarlığını takdir etmişti.
Bir ara Ümmü Ümare'nin (r.anha) oğlu yaralanmıştı. Buna çok üzüldü. Fakat bunun sebebi oğluna olan şefkati değil, onun Resûlullah'ı korumasından geri kalmasıydı. Oğlunu da üzen sebep buydu. Hemen ciğerparesinin yanına gitti. Yarasını sardı, sonra da, 'Kalk yavrucuğum, müşriklerle çarpışmaya devam et!' dedi. Onun Resûlullah'ı korumaktan geri kalmasına gönlü razı olmuyordu. Peygamberimiz (a.s.m.), Nesîbe Hatun'un (r.anha) bu fedakarlığı karşısında, 'Ey Ümmü Ümare, senin katlandığın, dayanabildiğin şeye herkes katlanabilir, dayanabilir mi?' buyurarak ona iltifat etti.
Ümmü Ümare'nin (r.anha) oğlu hemen ayağa kalktı, müşriklerle çarpışmaya devam etti. Bir ara oğlunu yaralayan müşrik oradan geçiyordu. Peygamberimiz (a.s.m.), 'İşte, oğlunu vuran adam şu!' buyurdu. Bu büyük İslam mücahidesi hemen harekete geçti. Bir kılıç darbesiyle adamın ayaklarını kesti. Peygamberimiz, mübarek dişleri görününceye kadar bu manzaraya tebessüm etti.
Müşrikler her yandan saldırıyorlar, Resûlullah'ın vücudunu ortadan kaldırmak istiyorlardı. Bir ara azılı müşrik İbni Kamia, Peygamberimizin yanına kadar sokulmuştu. Bir fırsatını bulunca da Peygamberimizin yüzünü yaraladı, iki dişini de şehit etti. Bir anda Resûlullah'ın yüzünü kanlar içinde gören Ümmü Ümare, azılı müşriğin üzerine hücum etti. Birkaç darbe indirdi. Fakat İbni Kamia üst üste iki zırh giymişti. Bu sebeple vuruşları ona tesir etmedi. Bu arada bu nasipsiz müşriğin darbesiyle omuzundan ağır bir şekilde yaralandı. Yetişen sahabiler İbni Kamia'yı geri püskürttüler.
Peygamberimiz onun yaralandığını görünce, oğlu Abdullah'a (r.a.), 'Annenin yarasını sar!' buyurdu. Sonra da bu bahtiyar aileye şu müjdeyi verdi:
'Allah'ın bereketi üzerinize olsun! Annenin makamı, filan ve filanın makamından hayırlıdır. Babanın makamı da filan ve fılancanınkinden hayırlıdır. Senin makamın ise, filanların makamından hayırlıdır. Allah sizin ailenize rahmet etsin!'
Nesîbe Hatun bunları duymuştu. Sevincine diyecek yoktu. Fakat o, bu fırsatı daha iyi değerlendirmek istiyordu, 'Ya Resûlallah, dua edin de cennette sana komşu olalım!' ricasında bulundu. Resûlullah (a.s.m.) bu bahtiyar kadını kırmadı. Ellerini açtı, 'Allah'ım, bunları cennette bana komşu ve arkadaş eyle!' diye dua etti. Artık Nesîbe Hatun'un (r.anha) sevincine diyecek yoktu. 'Bu kadar yeter! Bana artık ne musibet gelirse gelsin basittir.' diye sevincini açıkladı.
Uhud Savaşı'nın sonunda, Hz. Ümmü Ümare'nin 12-13 yerinden yaralandığı tespit edildi. Bunların en ağırı, omuzundan aldığı yaraydı. Bir yıl onun tedavisiyle uğraştı.
Ümmü Ümare'nin (r.anha) Resûlullah'ın yanında apayrı bir yeri vardı. Zaman zaman onun ziyaretine gider, gönlünü alırdı. Bir defasında yine ziyaretine gitmişti. Yarasının ne durumda olduğunu sordu. Evdekilerle bir müddet sohbet etti. Ümmü Ümare (r.anha) bu ziyaretten son derece memnun olmuştu. Evde olan şeylerden Resûlullah'ın önüne bir sofra kurdu. Fakat kendisi sofraya oturmadı. Peygamberimiz, 'Gel, sen de ye.' buyurdu. Hz. Ümmü Ümare, 'Ey Allah'ın Resûl'ü, ben oruçluyum.' dedi. Onun ibadete gösterdiği bu hassasiyet Peygamberimizin hoşuna gitti. Ona şu müjdeyi verdi:
'Bir oruçlunun yanında yemek yenildiği zaman, sofra kalkıncaya kadar melekler oruçluya dua ederler.'
Ümmü Ümare (r.anha), Uhud Savaşı'ndan başka, Peygamberimizle birlikte, Hayber ve Huneyn Savaşlarına katıldı, Umre Seferi'nde bulundu.
'Müseylime'nin öldürüldüğü' haberini alan Ümmü Ümare (r.anha) sevinçten şükür secdesine kapandı. Bu günleri gösterdiği için Cenab-ı Hakk'a hamd etti.
Ordu Medine'ye döndüğünde, Hz. Ebû Bekir bu kahraman kadını ziyaret etti, 'Geçmiş olsun.' dileğinde bulundu. Halifeliği müddetince de ona izzet ve ikramdan geri kalmadı.
Bu bahtiyar kadına Hz. Ömer de büyük iltifatlarda bulunurdu. Zaman zaman ziyaretine giderek gönlünü alırdı. Çeşitli hediyelerle taltif ederdi.
Ümmü Ümare'nin (r.anha) nerede ve ne zaman vefat ettiği bilinmemektedir.
Allah ondan razı olsun![1]
Kaynak: [1]Tabakat, 8: 412-415. Sahabeler Ansiklopedisi