Her toplumda her türlü insan vardır. Toplumda takdir gören düşünceler olduğu gibi ötelenen, toplumsal hoşgörüye sığmayan düşünceler de vardır ve olacaktır. Onun için işlenen menfur bir saldırı veya kirli bir eylemi bir millete, bir topluma, bir ilçeye ya da bir şehre mal edilmemeli. Onların hepsini toplu şekilde suçlanmamalı...
Ancak ben bir şeye üzülürüm. Toplumun saygı duyduğu bir hocanın oğlu faize bulaşmışsa, şeyh geçinen birisinin oğlu tecavüzün içinde varsa, yine bir hocanın ya da şeyhin oğlu kumara, içkiye bulaşmışsa ben onun kişiliğini, aile yapısını sorgularım. İnsanların dini duygularını istismar edip dolandırması elbette tepki görür ve çirkin bir davranıştır. Çünkü toplumda bu davranışları anormal karşılar. Kimlik kazanmış biri kendi evladını suçtan toplumsal pisliklere bulaşmasını engelleyemiyorsa bu suç onundur. Halkımız derki "o defterini yoklasın."
Bu hoca ve şeyh geçinenlerin çoğu muska parası ve ona yapılan yardımlarla geçinir. Çocuklarına êlin kirli parasını kısmet ederlerse sonuç böyle olur. Bu konuyu biraz daha açayım. İslam da muska haram edilmiştir. Diyelim ki iyiliğine faydalı bir konu için dahi yazılırsa buna karşılık para alınırsa, bu para helal değildir. Bu haram onun ailesine evlatlarına kadar sirayet eder zarar verir.
Birisine zekat ya da "hayır" adı altında yardım ediliyorsa ve bu zekat ve hayır olarak verilen para ona helal değilse o parayı alan aileye haram olarak girer. Dolaysıyla çocuklarını onunla besleyenler çocuklarının kanına haram işleyince onların düşeceği hal hem topluma, hem etik değerlere, hem insanlığa ve hem de inançlara zarar verir.
Toplumda insanı suçtan alı koyan korkudur. Birincisi Yaratanın korkusu, ikincisi devlet korkusu, üçüncüsü toplumsal korku, buna aile korkusunu da eklemekte yarar vardır. İnançtan gelen korku olmazsa, yargı işlemeyince devlet korkusu olmaz. Eğer biri bir suç işler ve bu suç toplumsal yaşamda etik değerleri alt ediyorsa, eskiden o aile o çevreden göç ettirilirdi. Şimdi suçu işleyenlere herkes "geçmiş olsun" dileklerinde bulunuyor ve "gençtir olabilir böyle şeyler" deyip suç hafifletiliyor.
Ama tüm bu korkulara verilecek en büyük cevap sevgidir. Çünkü insan sevdiğinden korkar ki ona karşı bir yanlış yapmasın. Sevgiyle insanların gönülleri kazanıldığı kadar korku onun kadar etkileyici değildir. Onun için tüm korkuları bir yudum sevgiyle bitirilebilir.
Edep aile ile başlar çevreyle başlar okulla şekil bulur. Her ne kadar "ğuyê şiri, dere piri" (sütle gelen huy yaşlılığa götürür) yedisinde ne ise yetmişinde de o, misali, denilse de eğitim, toplumsal hoşgörü, insanca yaşamın erdemleri, inanca olan saygı, aileye leke sürmeme adına insana farkındanlık katar. Ben "insanın kendisimi suç işler, yoksa toplum mu insanı suça iter" diye üzerinde konuşacağınız bir konu açıyorum. Bu konuda toplumsal yaşam ve siyaset döngüsünü sakın unutmayın. Sistem dediğimiz olay insanlara hükmetmek için nasıl bir korkuyla bizi imtihan ettiği apaçık meydanda...
Ben gençliği bir çöplüğe benzetirim. O çöplüğe bulaşmayıp kendini kurtaranlar saygın insanlardır. O yaşadığı yaş itibariyle hala kendini kurtarmamışsa o ömür boyu o bataklığın hükümleri ile yaşar. Bir çocukluk arkadaşım vardı. Ne zaman İstanbul'a gitsem ona uğrar hal hatırını sorar, yaşamında ne gibi yenilikler olup olmadığına bakardım. Onu hep çirkinlikleri ile iç içe buldum. Boşanmış, evini dağıtmış bekar gençlerle kalıyordu. Kızını, oğlunu evermiş onlara gitmeye fırsat bulmadığını söylüyordu.
Ona hep kendini gençlik çöplüğünden kurtulmasını tavsiye ederdim. Boşunaydı konuşmalarım. Bir gün çalışır, üç gün boş gezer, kumar oynar, içki içerdi. Çocuğu yaşındakilerle arkadaşlık ederdi. Orada olduğum sıra bir gece kaldığı evde ölü bulundu. İlimizde saygın bir ailenin ferdiydi. Onun sahiplenilmemesine hep üzülürdüm. Babası hoca lakaplı bir adamdı. Amcası fazlasıyla saygın, fikri hayatında önder bir zattı. Bir türlü önünü alamamışlardı.
Bu yaşama küsmek, bu insanlıktan uzaklaşmak, bu kirliliklerin karşısında direnmemek, azim ve gücünü yitirmektir. Örf ve adetlerin gereği, İslami değerlerine binaen cenazesine katıldım. İmam ve mezar kazıyıcılarla birlikte on üç kişiydik. İki kardeşi bir kaynı iki yeğeni, damadı, oğlu vesaire... Fazla anlatmaya gerek var mı?
İlkesizliğin sonu hüsrandır. Hedef tespit etmemek yaşamda en büyük eksikliktir. Kötülüğe ve karanlığa teslim olmak, yaptığı her çirkinliğe kılıf bulmak, azgınlığın içine düşmektir. İçindeki vahşiyi yenmeyi başara bilmek irade ve duruşun gücüyle mümkündür.