Bir atasözü: Suç kürk olsa kimse boynuna asmaz. Doğru denmiş hiç kimse kendini suçlu görmek istemez. Günah işler Şeytanı suçlar sanki Şeytan o günahları zorla yaptırmış gibi. Kötü yola girer arkadaş kurbanı oldum der. Der de der insanoğlu. Rabbine karşı hem nankör hem dönek hem de sabırsızdır. İşlediği suçları ya başkasına yüklemeye çalışır ya da masum olduğunu söyler. Bu meyanda yaşantımızı anlamlı kılmak çoğumuza göre gereklilik arz ederken bazılarımızca inkâr edilesi bir durum olabiliyor.
Bu ya merak duygumuzun esaretiyle iç içe oluşu ya da eleştirmek fikrine hala alışamadığımızdandır. Açılarımızın bakışsal olarak değişkenliği eksenli ilerlemektedir. Aslında anlamlılık anlamı olmayan gayelerimizden daha ilgi çekici olabiliyor. Çünkü anlamlı kıldıklarımız, varlıklar ölçütüne daha yeni kaynaklar sunabiliyordur. Bu iki bakış arasındaki zıt durum ise istatistiksel anlamlılığı ve faktörünü ortaya koyuyor. Misal; vakti zamanında Adam Smith adındaki bir insanı düşünün, koşullara göre çıkıyor, "Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler" diyerek döneme damgasını vurabiliyorken anlam arayışı içerisinde olanlarımız bugün halen bile nedenselliği konusunda tartışılabiliyoruz.
Yani anlamlandırmak içgüdüsü ileri görüş sahibi olanları yüzyıllara taşımış ve yüzyılları da peşinden alıp götürmüştür. Hâlbuki bulunduğumuz topraklardaki bir liderin yapmış olduğu demagojisi anlamlılığı daha sade formatta iken coğrafi faktörler anlamlılığın etkisini daraltabiliyor denilebilir. "Yollar yürümekle aşınmaz" diyen bir liderin sözüne derin anlamlar yüklenilebilir mi? Ama bence şartlar faktörünü de işin içine dahil ettiğimizde pek de yükleyebileceğini sanmıyorum. İki durum karşında dönemin şartları inkâr edilemez elbette. Hemen bu noktada anlam oluşturmaya çalıştığımız günümüz millet profilini faktörler çizgisine alarak neden sorusuna cevap bulabiliriz.
Bugünün taze fikir eleştirisinin ardından anlık düşünemediğimi şimdi kıyaslama yoluyla daha iyi idrak edebiliyorum diyebilirim. Adam Smith ve Demirel kıyaslaması... Çok sesli anlamlılıkta temel nedenler silsilesinde gördüğüm kısırlaştırılmış anlamsız düşünceler ve bu düşüncenin sahipleri millet faktörü. Öyleyse bu milleti anlamlılık döngüsünde köreltenler kimlerdi? Yani benim nazarımda faili meçhul suçlular. Ali Şeriatı gibi biri "Anne, Baba, Biz Suçluyuz" diyerek faillerini sunuyorken ben ise kim suçlu sorusunu yöneltmeyi tercih ediyorum. Peki, toplumsal problemleri girift bir çıkmaza sürükleyip anlamsızlaştıran asıl suçlular kimlerdir?
Başımıza gelen istemediğimiz-kötü olaylarda hiç kendimizi sorguladık mı? Ben ne hata yaptım da bu olay benim başıma geldi? İnsanlar hata yaparak öğrenir hata yapmamayı. Gençlerin en çok sinir olduğu şeylerden biri anne ve babalarının sürekli öğüt vermeleridir. Yeni neslin (Z kuşağı dedikleri) yeni sözü artık kültürümüze yerleşmeye başlamıştır bile: 'Anne darlama beni!'. Nedir darlama? Darlama, sürekli gençlere yaşadığımız üzücü tecrübeleri anlatarak onların aynı hataları yapmalarını önlemeye çalışmamızdan ibarettir aslında.
Darlama, gençlerin içinde bulunduğu güzel imkânları onlara hatırlatmak ve bizim imkânsızlıklar içinde büyüdüğümüz yılları öğretmektir onlara. Darlama, gençlerin mükemmel olması için anne babanın ne kadar fedakârlık yaptığını onlara fark ettirmeye çalışmaktır. Ancak biz kendimizce gençlerin iyiliği için çırpınırken onların darlandığını fark etmeyiz.
Yaşadığımız her olay kaderimizdir, alın yazımızdır. Bir yolculuktur hayat. Başlarsınız, engebeli yollardan geçersiniz, bazen dağları bazen tepeleri devirirsiniz, bir bakarsınız yolun sonundasınız. İşte bu engebeli yollar kaderimizdir. Her türlü tedbiri alıp çıktığınız uzun yolda beklenmeyen bir trafik kazasında suçlu kimdir? Bu kazayı engelleme becerimiz ya da gücümüz var mıdır? Ben psikolojimi bu kazaya hazırlamamıştım, diyebilir miyiz? Bu kaza bütün hayatı alt üst edebilir, yürüyemez, konuşamaz, anlayamaz, göremez olabilirsiniz.
Suçlu kim? Suçlu yok, bu kader. Dokuz aylık hamilelik yolculuğunda sağlıklı doğacak bir bebek için tüm hazırlıkları yaparsınız, ancak doğumda işler yolunda gitmez, bebeğiniz sağlıklı doğmayabilir, suçlu hekim mi? Bu da kader. Sınava gece gündüz çalışırsınız, başarılı olmak için çok çabalarsınız, sınav sabahı şiddetli bir baş ağrısı ile uyanırsınız, bütün emekleriniz boşa gider. Suçlu kim? Suç yok, suçlu yok, bu da kader. Bir ağacın dalları gibidir kader yolları. Aklımızı kullanarak bu yollardan birinde ilerleriz.
Dikkatli incelersek başımıza gelen istemediğimiz olayların çoğunun kendi yaptığımız hatalardan kaynaklandığını görebiliriz. Ancak birilerini suçlamak öyle olağan hale gelmiştir ki; insan öldürmek, yaralamak, hatta insanlara işkence etmek klasik haberler olarak her akşam yayınlanmaktadır. Eskiden tek tük izlediğimiz bu tür haberler günümüzde zirveye ulaşmıştır. Hatta sürekli öldürülme endişesi ile yaşayan kadınlar sosyal medya aracılığıyla her gün seslerini duyurmaya çalışmaktadır. Suçlayacak birilerini ararken öfkesini kontrol edemeyen insanların ürünüdür cinayetler. Kendisini tedavi etmeye çalışan hekime saldırmak neyin nesidir? Hekimin de bir annesi, babası, eşi, ailesi, çocukları yok mudur? Bir hekim kolay mı yetişmektedir? Bir anlık öfke insanın tüm hayatını bitirebilir.
Bugün paramız dolardan on kat değerli olsaydı önümüzde kim durabilirdi? Gençler sizi biraz darlamak istiyorum. Çok zeki olduğunuzu, kafanızın zehir gibi çalıştığını biliyorum. Vaktinizi bilgisayar oyunları başında, tik tok'larda geçirmeyin gençler. Kendi kaderinizi ve ülkemizin kaderini değiştirmek sizin elinizde. Başarısız olduğunuzda suçlu aramayın. Suç yok, suçlu yok. Daha çok çalışın, kafanıza koyun ve başarın. Öfkenizi kontrol etmeyi öğrenin. Bu ülkenin kaderini değiştirmek ancak sizinle mümkün olacaktır...!
Selamla Kalın Selamette Kalın.