"1 Eylül Dünya Barış Günü" imiş. Ne barışmış ama! İnsanların birbirlerini tavuk gibi boğazladığı, kalplerin taşlaştığı, Kulakların duymadığı, gözlerin mühürlendiği ve dillerin tutulduğu böyle bir dönemde barış güvercinlerinden bahsetmek…
İnsanların aç uyudukları, savaşlar nedeniyle yurtlarından oldukları, mültecilerin huzur için çıktıkları ölüm yolculuğunda boğularak sahile vurdukları bir zamanda, zeytin dalları uzatmak…
İnsanoğlunun doğasında var. Sahip olduğumuz kıymetleri, değerleri ve zenginlikleri ancak kaybedince kavrayabiliyoruz. Bizden çalınan barış için mücadeleye girişiyor, tam netice almaya başladığımızda ise kendi içimizde mücadeleye girişiyoruz. Bu mücadele öyle bir vahşete dönüşüyor ki sonuç olarak bize nesiller boyu sürecek bir düşmanlığı, kuşaktan kuşağa aktarılan bir kini miras bırakıyor.
Yine biz mücadele kazanmak uğruna savaş lortlarından, küresel fitne odaklarından yardım dileniyoruz. Onların bizlere ve karşımızdaki bizlere vermiş olduğu top tüfekle birbirimizi kırmaya, tüketmeye devam ediyoruz.
Sonra soyu kurumuş yara bere içersindeki bizlerin mecali kalmıyor ve barış diyoruz. Bizi barıştırsın diye fitneyi çıkartan şeytanı ricacı kılıyoruz. Şeytan bu sevaba girer mi? Gelmeyecek ata para yatırır mı?
Sonuç: Barışın adını şeytan yazıyor. Şartlarını o belirliyor. Hepsinden önemlisi tarafların boynuna semer bağlıyor.
Şeytanın ipiyle kuyuya indiğimiz için Müslümanlar iflah olmuyor. Belalar, kazalar, musibetler Kur-an'dan ayrıldığımız için yakamızı bırakmıyor. Şeytana lanet edip, Allah'ın yoluna yönelmek lazım. İslam barış dinidir, kelime manası budur.
Huzur İslam'da. Barış İslam'da…