Bu hikaye, Hz. İsa döneminde 'Biz Allah'ın yardımcılarıyız' diyen havarilerin, putperest Roma İmparatorluğuna muhalefet ederken aynı zamanda giderek onu içselleştiren ve onun bir parçası haline gelen İsevi müminlerin yani 'Romalılaşan Hıristiyanlığın' ibretli hikayesidir.
Hikayeleri günümüz modern dünya ile yüzleşmek zorunda kalan Müslümanların hikayesine çok benzeyen İsevi müminlerin, paganist Roma İmparatorluğuyla yaptıkları tevhidi mücadeleye bakmak ve bu mücadelenin neticesinden ders çıkarmak önemli bir konu olsa gerek.
İsevilik dini Roma İmparatorluğuna ait topraklarda ve Yahudiliğin içinde doğup gelişti. Hz. İsa, ilahi mesajını yayarken hem Yahudilerle hem de o dönemin büyük gücü olan putperest Roma ile mücadele etmiştir. Hz. İsa'nın suikaste uğrama dönemine yakın zamanda 'Biz Allah'ın yardımcılarıyız' diyen havariler, Roma'nın değişik bölgelerine dağılarak cemaatler kurup Hz. İsa'nın mesajını insanlara ilettiler. Yaklaşık M. 280'e kadar geçen dürede çok başarılı oldular. Roma hukukuna göre hiç bir hakka sahip olmayan halk tabakasından çok büyük rağbet gördüler.
Putperest Roma bu gelişmeleri bir isyan dalgası olarak değerlendirerek İsevilere katliam yapmaya başladı. 5 bin, 10 bin, 20 bin ve daha fazlasını bir araya toplayıp arenalarda topluca aslanlara yem ettiler. İseviler çok sıkı imtihandan geçtiler. Buna rağmen bu cemaatleri yok olmuyor, bilakis Roma'lı yurttaş ve senatörler, yöneteceği ve emredeceği ahaliyi kaybediyordu.
Şiddetle sonuç alamayacağını gören Roma yönetimi, bunlarla baş etmenin başka yollarını aramaya başladı. Yaptırdığı araştırmalar sonucu bu tehlikeyi, ancak uzlaşma yoluyla ortadan kaldırabileceğini anladı. Roma onlarla uzlaşmaya düşünürken, çekilen işkencelerden bıkan İseviler de benzer şeyleri düşünmeye başlamışlardı. Havariler, Roma ile uzlaşıp iktidarı gücünü ele geçirirlerse dinlerini daha kolay yayabileceklerini düşünerek nihayet uzlaşıya vardılar. (1)
Yani her iki tarafta pragmatist düşünüyordu. Oysa tarih boyunca sabittir ki bu tür durumlarda zayıf olan güçlü olan benzemiştir. İşte burada gözden kaçırılan en önemli hakikat buydu. Bu uzlaşmada Pavlus'un yaptığı çalışmalar dikkat çekicidir.
Romalı papalar, Mesih'in yeryüzüne inip Roma İmparatorluğunu yıkarak yerine Rabbin Krallığını kuracağı anı beklerken sürpriz bir gelişmeyle Roma İmparatoru Justinian Hristıyanlığı kabul etti ve imparatorluğun resmi dini olarak ilan etti.
Fakat, bu süreçte İseviler arasında ihtilaflar yaşayarak fırkalara ayrıldılar. Nihayet Roma aklı galip geldi ve meşhur deyimle 'Hıristiyanlık Romalılaştı' Hıristiyanlık ifadesi, uzlaşma sürecinde ve sonrasında teolojisi yenilenen İseviliğe verilen addı. Bu yeni dinin adıydı. Uzlaşma olmasaydı Roma'nın şeriat devleti olacağı, 'Roma'nın Hıristiyanlaşacağı' söylendi. (2)
Konsil toplantılarında varılan uzlaşma sonucu kentlerde kurulan kiliseler devletin resmi dinini temsil ederken; kente gitmeyip dağlarda kurdukları manastırlarda kalanlar tevhidi İseviliği temsil ettiler. İlk hicretin yaşandığı Habeşistan Kralı Necaşi'nin de bunlardan olduğu büyük olasılık. (3)
Roma'ya karşı mücadele ederken bir rakip olarak başarıyı, muhalifinin 'araçlarını' kullanarak ve onun gibi örgütlenerek elde edeceğine inandılar. Bunun neticesi olarak Hıristiyanlar, dinlerinin getirdiği ilahi mesajı, Roma'ya ait ve onun tarihsel/felsefi tecrübesinin hasılası olan kurumsal yapılarının içeriklerine katmakta mahzur görmediler. Böylece Hıristıyan müminler, Roma'ya ve onun temsil ettiği uygarlığa karşı mücadele ederken aynı zamanda bu uygarlığı içselleştirerek istemeden onun bir parçası haline geldiler. (4)
Yaşanan sürece baktığımızda Havarilerin vahiy eksenli şekillenen yeni bir toplum kurma yerine varolan putperest Roma iktidarını ele geçirmeleri önümüze şu hakikatleri çıkardı:
1-İseviliğin tevhidi mesajı tahrif edildi 2-İsevilik protestanlaştırılarak hayata müdahalesi iptal edildi (laikliğin temeli atıldı) 3- O gün mevcut iktidardan zulüm gören mazlum insanların umutları heba edildi 4- 'Romalılaşan Hrıstiyanlık' adına hareket eden Kilisenin işlediği tüm cürümler, tevhidi İseviliğin hanesine yazıldı. Orta Çağ'da Aydınlanmanın muhalefet ederek kendini meşrulaştırdığı ve hatta birilerinin üzerimize boca ettiği dinin, aslında Hz. İsa'ya inen tevhid dininin değil aslı bozularak Romalılaştırılan dinin olduğunu bir tarafa kaydetmek gerekiyor.
Peki, dünün Hıristıyan müminleri gibi bugünün Müslümanları da aynı adı kullanmayan bir Roma ile bugün karşı karşıyadır diyebilir miyiz?
Ya da Roma'ya karşı muhalefet eden ilk dönemin Hıristıyan müminleri gibi, günümüz Müslümanlarının da yaklaşık 20. asrın başlarında somut olarak karşılaştıkları modern uygarlığın kavram ve kurumsal düzeydeki araçlarını(Ulus Devleti İslamileştirme), kendilerini kuvvetli hale getireceğini düşünerek içselleştirmesi yukarıda sıralanan aynı vahim sonuçları doğrumayacak mıdır?
Türkiye, Sudan, İran, Afganistan, Pakistan vb gibi mevcut ulus devletlerde iktidarı ele geçiren Müslümanların, halkın beklentisinin aksine yaşadığı değişim ve dönüşüm ve bunun halkta oluşturduğu hayal kırıklığı aynı tehlikenin bizi de beklediğinin sinyalleri değil midir?
İslam ümmetinin ve tüm mazlum insanlığın acısını ve sorumluluğunu kalbinde taşıyan her Müslüman'ın, mevcut gidişatı yeniden gözden geçirmesi ve yeni bir yol ve yöntem belirlemesi gerekmez mi?
Müslümanlar olarak, her seferinde birileri tarafından ıstılıp ısıtılıp tekrardan gündeme getirilen İslamcılık tartışmalarını bir kenara bırakıp kendi gerçeklerimizle yüzleşmek; yaşadığımız çağı ve mekanı iyice tanımak ve yaşadığımız sorunları aşmanın çözüm yolları üzerinde kafa yormamız gerekiyor.
Bu, ümmetin belki de daha geniş çerçevede modern zamanın mağduru tüm insanlığın derdini/acısını yüreğinde taşıyan her vicdan sahibinin sorumluluğudur.
Kaynakça:
1-2) Hüseyin Alan/Siyerin Gölgesinde 2
3)T. Abdulkadir Hamid/Mekke Döneminde Siyasi Düşünce Metodolojisi
4)Abdurrahman Arslan/Sabrı Davet Eden Hakikat