Uygarlığın izlerini, medeniyet ve milliyetleri bağrında taşıyarak bu güne kadar getiren minnet borçlu olduğumuz, bu kentin içine düştüğü durumdan kentin gelişmesini isteyen herkesin sahip çıkması gerekmektedir. Bu sahiplik yıkımlara karşı samimi bir duruş sahipliliği gerektirir. Bu kentte yaşıyor ve onu kimlik olarak taşıyorsak gururla sahiplenmeliyiz.

Bu düşünceden hareketle; kent kimliği, bir kenti diğer kentlerden ayırt etmeye, bir anlamda kentleri farklılaştıran nitelikler kente özgü öğelerin toplamı olarak adlandırılır. Kentler birer fotoğraf albümüne benzerler. İşte insanlara ait belgeleri, yazıları, fotoğrafları yok ederseniz, o insandan geriye bir şey kalmaz. Yıkılan bir yeri görüldüğünde albümden bir fotoğrafın yok olması demektir. Fotoğrafın yok olması nasıl ki yaşanmış anıların yok olması kadar acı ise kentte bir tarihi bir mekanın yıkılması farklı değildir.

Kentin kimliğine sahip çıkmak yaşadığı yerleşime sahip çıkmak demektir. Çünkü kente kimliğini verecek olanlar, o kentte yaşayanlardır. Kimliğin durağan değil, dinamik olduğunu bilerek hareket etmek gerekir. Kimliği oluşturan toplum ve insan ilişkileri, teknolojik, bilimsel gelişmeler doğrultusunda sürekli olarak tanımlanmaktadır.

Kent kimliğinin, daha doğrusu kimlikli kentlerin ortaya çıkmasını sağlayacak temel koşul budur. Bu anlamda Kadim kent Urfa, tüm tarihi mekanları, kültürel mirası ile bir markadır. Her ne kadar marka metal bir söylem ise de Urfa'da yaşayan mistik hava ona büyük önem kazandırmaktadır. Bu sokakta ayak izim. Şu mahalleri adım adım bilirim. Şurada bir evin, bir çeşmenin, kale surlarından geriye kalan bir menfezin varlığını anımsarım. Şimdi yerlerinde beton blokların yükseldiğini görence kahrolmamak elde mi?

Tarihin derinliklerinden gelip günümüze kadar kendini kabul ettiren, insanların emeği, alın teri, özgünlüklerinin sesi ile dolu olan ve onurlarının yaşaması için bu günlere kadar gelen yapıları, tarihi mimariyi taşıyan evlerin yıkıldığını gördükçe, geçmişlerini yaşatmayanların geleceğinin de olmayacağını bilmeleri gerekir.

Bir zamanlar geçtiğimiz iri yapıla çardaklı evler, kocaman gölgeleri ile girift sokakları serinletirken, şimdi o avlulu evlerin viraneye dönüşünü ve bir beton örme olarak yükselişini görmenin kim üzüntüsünü yaşamaz. Yıkılanlara 'yazık' deyip, beton örme dükkanlar, blok blok evlere kaçımız tepki koyabildik.

Kaçımız bu şehirde yaşamanın sorumluluk yükleniyoruz ve resmi kurumlar ne derece bu konuya duyarlı… Doğal afetlere karşı yüz yıllarca ayakta duran yapılar, bu gün insan eliyle çok kolay bir şekilde yok edilmesi servet edinme ihtirasından başkaca bir şey değildir.

Büyük yıkım sürsün diyenler de halen var. Şöyle bir Kazancı pazarı ve çevresini gezmeye davet ediyorum. Bakın o sokaklar da neler göreceksiniz… Az ileride efsanesiyle yaşayan Hacikilep Ocağı, bu köşede Hızanoğlu Camii! Yanı başında Cıncıklı Hamam, girift sokakları, nasıl da beton örme binalarla doldurmuşlar. Oysa yeni meydanlarda yeni işyerleri yeni çarşılar açılabilirdi! O bölgeye kimlik kazandıran 'Yahudi hanı' olarak bildiğimiz ve bu gün 'Barutçu Hanı' olarak adlandırılan yerin restore edilmesi ne derece sevindirici...

Kentlerin elbette dilleri yok, ancak onun içinde yaşayanlar ona dildirler. Her taşı, her sokağı, her hanı, her tarihi yapıyı seslendirmek, kentin dertlerini, sıkıntılarını her fırsatta dile getirerek sahiplenirler. Kentlerin kulağı olmaz ama orada yaşayanlar duydukları güzellikleri oraya taşırlar. Kentlerin temizliğini insanlar sahiplendikçe yüreklere ferahlık verirler. O ferahlık aynı zaman da bizim yaşamımıza önemli katkısı vardır. Kentin yeşilliklere büründürülmesi kentin sağlıklı bir ciğere kavuşmasına önderlik yapmış oluruz.

'Bakarsan bağ olur, bakmazsan dağ olur' sözünden hareketle bu güne kadar yıkılan o güzelim taş yapılı evlerin yeniden restore edilmesi ve butik otel, konuk evi olarak açılması kentimiz adına gurur vericidir. En azında o kültürel mirasın kurtulması demektir.

İnsanlar geçmişi ile anıları ile yaşar. Bir ağacın damarları, gövdesi, dalları, yaprakları olmazsa yaşamaz. İşte kenti meydana getirenler de onu ruh veren de insanlardır. İnsanlar olmayınca orada yaşamdan bahsedilemez.

Kentler yaşam yeridir, onlarla yaşanır, onu insanlığın hizmetine koymak gerekir. İnsanların elleriyle onları yok etmek yerine insanlığın tarihi dokuya olan duyarlılığını geliştirmek gerekir.

İnsanlar nasıl ihmal ve unutulmayı hazmedemezlerse kentler de unutulmayı kendilerine yediremezler. İnsanlık yaşadıkça kentler, kentler yaşadıkça, içinde sevgilerimiz, hasretlerimiz, mutluluklarımızda yaşayacaktır.