Badirelerle geçen zaman bu güzelim ülkenin halkın aydınlığını karanlıklarla sarmalayarak onların yaşamının bazı dönemlerde tökezlenmesine neden olmuş. Ancak yıkılmayıp ayakta durmasını bilen halk yaşamdan edindiği tercümelerden olsa gerek.
Bu dönemler hepimiz için yaşamın kırılganlığı, huzursuzluğu, elemi, kederi iç etmişiz acı dolu günlerle baş başa kalmışız. O kadarıyla kalınmamış, bedeni yıkımların getirdiği gözyaşları, bastırılmış sesleri bir yerlere savurma uğraşı verilmişse de çare olmamıştır.
Sonra merhametli eller, insaf kokan düşüncelerle munis ve sevimli sözcüklerle barış, dostluk, kardeşlik bulmuş kendini. Kötülüklerin iki adım geresin de iyiliğin geldiğine inanırız. Onun için umutsuz olmama gayretini sürdürürüz.
Duymak, görmek ve bilmek! Bu üç duyudan yoksun kimseler; birilerinin sırtına basarak yükselmelerine fırsatı verenlerden hesap sormak ve uyarmak gönül borcudur. Eğer kayıtsızlık, aldırmazlık ve umursamazlık içinde olunduğu zaman şu meşhur deyimi bilirsiniz. Suya sabuna dokunmazlılığın sonucu kirli kalındığı, istikrarsızlığa neden olduğunu bilmeliyiz. Ne kadar kendimizi arındırmışız desek de bulaşıyor bir yerlerden.
Yaşadıklarımız bizi kahrederken, ürküntü veren korkunç haberler, ister istemez tiksindiriyor çevremize bakarken. Şiddetin esrikliğiyle, marjinal seslenişlerle, gelecek korkusu insanların ruhuna karabasan gibi çökmektedir. İntihar eden gençler, çocuklarının geleceği için kara kara karanlığa gömülmüş anneler… Ya babalar onlarında annelerden geri kalır yanı yok sanırım. Bilgeliğin kaynağına inmeden sorgulamadan olmuyor.
Aydınlığın ve karanlığın bir yanını da doğanın tahribatı ve ihtiraslar bitirmiş insanların iç dünyasını. Bunu sorgulamak yaşamı sorgulamaktır. Bir yanda bir fidan dikmek için uğraşırken öte yandan doğanın tahribatı, yolunan, yıkılan ağaçlar, tahrip edilen doğa yetmemiş gibi derelerin yatakları değiştirilmesi, yeni felaketler için adeta çanak tutuluyor.
Günümüz insanında dünyanın geleceği değil çocukları için yaşanılması gereken bir dünya bırakmak yerine dünyalık servet edinme ihtirasında büyük ısrar… İnsanın özüyle ve hayatın anlamıyla ilgili bir derdi olmayanlar yaşamın ne olduğunu bilmezler. Onlar servetle en iyisi, en büyüğü olma gayretindedirler.
Bu kadar tahribattan sonra yolların yol vermesini, geçitleri geçit olmasını beklentisi içindeyiz. Yolların taşı, dikeni, engebeli indiler çıktılar, kayalar, çukurlar ve yükseltiler hepsi insan yaşamını engellemek adına…
Bunları görmeyip asfalttan inmeyenler, akla ziyan davranışlar. Ezberleri ile baş başa karanlıkları kendine mekan edinenler adaleti hakim kılma çabası içinde olmadıkça, onlar bitip tükenmekten başka çareleri yoktur.
Ben umutsuz olmasam da yaşananlar ister istemez kahrediyor. Bu kadar çevremiz kirletirken, amansız bir şekilde tahripler sürerken yarın ne olacağının gerçeğini görmenin erdemini birlikte düşünelim.
Ancak kendi gerçeğini görmeyip bencillik ve adam sendecilik ruhlarını sarmalamış insanların, gelecek üzerine bir kaygıları yoksa hepimiz o karanlıktan etkilenmekteyiz. Her tarafta, kalp kırıkları, karadan kara bulutlar, yitirdiğimiz sevginin üzerine dağ gibi çöken hasetliğin özgüvenden yoksun, öz sorgulamadan uzak olmasındandır.
Bilge olmak, bilgilendirmek, bilmek ve bildirmek… Paylaşım, sunmak kötülüklere karşı iyilikleri sunmak… Kim yapar bunu… Çevremizde bu kadar üç maymunlar oynarken; görmedim, duymadım, bilmiyorum, demek ne kadar kolay değil mi? Duyarız, görürüz, biliriz ama karışma, konuşma, çalışma; ne kadar olumsuzlukları seviyoruz, memnunuz.
Öfke, kin nefretle beslenmiş sesler ve nefesler. Etki ve tepki sınıf ayrıcalığı, hak bilmezlik, adaletin çiğnenmesinin göz ardı edilmesi ve beklentiler.
Ölümden zevk alanlar, sadistler, ruhsuzlar, badigartlar, serseriler tüm yaşanmışlıkları lanetlenenler başkasının acısından beslenenler daima olacaktır. Önemli olan bunlara fırsat verilmemesidir.
Çığ haline gelmiş sorunların insanlığı yutmaya hazırlandığı bir uygarlık dönemecinden geçerken gücümüzün yettiği, sesimizin yükseldiği kadar ses vermenin inancımızın gereği olduğunu bilmeliyiz.
Gelin biz biz olalım. Tüm karamsarlıkları içimizden atalım. Dik durmanın eğilmekten daha faziletli olduğunu bilelim. Karanlık dönemleri hiçleyerek nefes alıp vermenin yaşamın direnci olduğunu bilelim.
Haksızlığa karşı, alçakların inadına sesimizi yükseltelim.
Karanlıktan aydınlığa çıkmanın başka türlü yolu yoktur.