Urfa tarihindeki varlığıyla, bu güne kadar dimdik duran kültürel mirası, tarihi abideleri nasıl taşımışsa, kahramanları, saygın insanları, düşünür ve bilim adamlarıyla kendinden söz ettiren bir şehir olarak onları adıyla sanıyla hala yaşatmaktadır. Önemli şahsiyetlerin sağduyulu davranışları ve barış adına seslerini yükseltmeleri onların kendi şehrine ve şehir de yaşayan insanlara verdiği değerden olsa gerek… Birlik ve beraberlik ruhunun umuda hasletlere bağlılığının ifadesinin olduğu yer olarak anılmaktadır. Gerçeklere görebilsek ne mutlu bizlere… At gözlüğüyle dünyaya bakarsak yaşamın kaprislerin de boğulur gideriz.

Peygamberlerin, evliya ve enbiyaların uğrak yeri, kadim medeniyetlerin şekil bulduğu, uygarlıkları dünden bu güne taşıyan, dünyanın gözünün üzerinde olduğu, İpekyolu güzergahında olmasından kültürleri dünyaya taşıyan bir şehir olma özelliğinden hep dikkatleri üzerine çekmiştir. Irksal ve siyasi saplantıların bertaraf edilmesi, çağdışı düşüncelerden, dahası hezeyanlardan kurtulmasının samimiyete yönelmesi içindeki vahşiyi yenmekle olur…

Tarihte yaşanan acıları bağrında taşıdığı kadar, sevgiyi, hoşgörüyü toplumla buluşturma adına huzur ve mutluluğu bulma çabası ile her Urfalı insanlığı erdemleri ile buluşturmuştur. Dillere destan yiğitlikler yaşandığı kadar, ilkel toplumlardan kalma öldürme olayları, kan davaları, bencil çıkarlar süre gelmiştir.

Yaşanan acılar türkülerde yaşatıldığı gibi keder ve hasret, sevgi ve mutluluk dillerinde nağmelere, ağıtlara dönüşmüştür. Yıllardır bir türkü duyardım. Neden niçin söylenmiş diye! türkünün yaşanmışlığı kendi içinde ister istemez sana yaşanmışlığı anlatır.

Urfa'da askerlik yapan bir genç bir kıza aşık olur. Bir mektup yazar ve kıza ulaştırır. Ama mektup kıza ulaştığı gibi kızın ailesi tarafından fark edilir. Kızın onun yüzüne bakmaması ona herhangi bir zararın gelmemesi için kız oğlandan uzak durur. Genç bunun farkında değildir. Olay büyütülür ve 'namus davası' diye şekillenir. Olumlu bir cevap bulsa annesine gerekeni söyleyecek, ancak yanlış bir cevap annesinin dizine vurmasına neden olur.

Türkünün sözlerinden de anlaşılacağı gibi hastanenin önündeki mermer döşeli kaldırımında delikanlı vurulmuştur. Doktorlar ellerinde kan şişeleriyle koşturmasına rağmen kurtulmaz. Aynı birlikte beraber askerlik yapan bir başka asker tarafından üzerine söylenen ağıt o günden bugüne söylene gelmiştir. 'Bir mektup yazdım Urfalı kızına/ zalimin kızı bakmaz yüzüme/ annem duyar ise vurur dizine… /Di neni neni /askerim neni,/esmerim nenni' der ve sürdürür.

Turkauz yeşili suların sessizce aktığı İbrahim ile Anzılha'nın kavuşması nasıl efsane olmuşsa, işte her türkü kendi başına bir gerçek ve günümüze efsaneymiş gibi gelir dünden bu güne… Denir ki o günden bu güne Anzılha'nın canına kıyması sevgiliye ulaşmayan kızların başvurduğu yoldur…

Balıklı gölün mistik havası içinde göğe uzanan çınarların, söğüt dallarında cıvıldaşan serçelerin, buluşan güvercinlerin, Yusufcuk kuşlarının kimi zaman mahzun duruşları o akustik hava içinde ister istemez fark edilir. Acıyı/kederi dağıtmış sevgiyi taşır gönüllerin mutlulukla buluşmasının seslenişi duyulur dört bir yanda… Yoksa doğru yönlendirme olmadığı zaman ilkelliğin beraberin de getirdiği yozlaşma, kibir, ego sarmalında siyasal iklim içinde mevcut sorunlarla boğuşma içinde kalmaya neden olurlar.

Hangi türküyü açsan içinde derin bir sevgi gizlidir. Bir bakarsın balıklık gölün kenarında sadece bakışların buluşmasına bile tahammül etmeyenlerin söz, dedikodu ve 'namus elden gidiyor' söylemlerinin nasıl çirkinlikle buluşup aileye ulaştırıldığını duyarsınız.

Oysa Halil ü Rahman ve Anzılha gölleri buluşmasalar da birlikte akarlar. Onlar birlikte uzun bir yola çıkmış gibidirler. Sevgini, özlemlerin, güzelliklerin insanlığın değerlerleri ile buluşması adına akarlar güzel günlere…

Bir sevda türküsü, bir nini, bir ağıt bir hüzün ve acı içinde yükselir. Ahşap kürsülerde kaçak tütün kederi dudaklara taşırken 'Allah o acıyı kimseye vermesin' duaları ile birlikte çayın demli tadına varırlar…

Kim bilir kaç yıldız kaydı, kim bilir nice süslü hayaller muradına ermeden, nice düşler var ki uzak diyarlar da gezinir dururlar. Yeşilbaşlı ördek sürüsü göl olmuş sulara inerler, ceylanlar avcı tedirginliğinde şafağı beklerler… Turnalar sıra sıra, keklikler takım takım uçuşurlar hayat bu devam eder onlar acılarını sinelerine basar susarlar…