Osmanlı Dönemi'nde ve Cumhuriyet'in ilk yıllarında bilinçli bir mahalle örgütlenmesi mefhumundan söz edilebilirdi. Ama Cumhuriyetle ve yozlaşan kentsel ilişkilerle birlikte, üretim ve tüketim faaliyetleri, sosyal/siyasal baskılar, modern şehrin karmaşık yapısı gibi çağımıza özgü problemler, bu mefhumu neredeyse ortadan kaldırdı. Mahallelilik bilincinin temel altyapısını/dinamiğini oluşturan Ruhun, bilinçli bir şekilde seküler aklın gerisine düşürülmesi girişimleri de mahalleli bilincini insanımızın gündeminden büsbütün çıkardı, onun yerine karşılıklı çıkara dayalı bir sistemi yerleştirdi: Kapitalizm…
Kapitalizm, insanın sahip olduğu erdemleri gündemden çıkararak mahalle mefhumunu da ortadan kaldırmıştır. Şehir mefhumu içerisinde etkinliğini günden güne yitiren bir kentsel örgütlenme birimi olarak Mahalle, bu durumda, 'küçük ve özel ilişkilerin gelişigüzel şekillendiği bir mekan olarak öne çıkmış; öte yandan tüm şehirlinin kendini ifade edebileceği kamusal bir alan niteliğinden de uzaklaşmış oluyor.
Toplumun her kademesinde meydana gelen keskin değişim ve dönüşümler, gerek insanımızın ve gerekse yöneticilerin önüne yeni ve derin sorunları da koymuştur. Köyden kente, kentten kente (hatta ülkeden ülkeye) yapılan ekonomik, sosyal, siyasal veya başka nedenlerden ötürü gerçekleşen göçler, beraberinde çok kültürlü ve sınıfsal bir sosyal ayrışmayı da getirdi.
Şehir mefhumu içerisinde meydana gelen bu ayrışma, 'yabancılaşma' sürecini de hızlandırdı. Bu süreç ile birlikte doğal olarak ortaya çıkan yabancılaşma karşısında, şehirliyi bir arada tutma girişimleri de düşünüldü ve hızlandı. Dernekleşme, cemaatleşme, okul-aile birlikleri gibi girişimler/gruplaşmalar, bunun sonucunda ortaya çıkan özgün çarelerdir.
Bu konuda yapılacak her tür girişimi desteklemenin, giderek artan kentsel ilişkiler içinde yabancılaşan insanımızın tekrar kendi köklerine, sıcak mahalle ilişkilerine dönmesi, mahalle biriminden yola çıkarak topyekûn kentsel örgütlenme sıcaklığını oluşturabiliriz.
Mahallelilik bilincinin geri gelmesiyle, kentsel örgütlenme içerisinde kendi değerlerine yabancılaşan insanımızın yeniden dirilişi sağlanabilir mi? Bu sorunun cevabını uzakta aramaya gerek yok. Elimizin altındaki -hemen uzansak yakalayabileceğimiz kadar yakın olan- kaynaklar, tarihi geçmişimiz, sanırım bu sorunun cevabını en kestirme yolundan verecektir.
Mahalle, şehrin küçük bir prototipidir. İnsan ilişkilerine şekil veren, sosyal ve ahlaki ilişkilerin insan merkezli bir düzene sokulduğu yerlerdir. Bu anlamda, şehrin yaşanabilirliği ve sürdürülebilirliğinin sağlanmasında önayak olan mahalle mefhumu, şehrin en küçük birimi olarak kendine özgü refleksleri olan, sosyal farklılıkları olsa da doğal örgütlenmesi gelişkin mekansal-demokratik bir kurumdur. Bu yönüyle mahalle, içinde yaşayan insanlara güven ve huzur veren özelliklere sahip olmakla birlikte, eğiten-yönlendiren-kaynaştıran dinamikleri de içinde barındırmaktadır. Mahallenin bu fonksiyonel yapısı, bireylerin demokratik çerçeve içerisinde eğitim-öğretim gibi bir örgütlenme biçimini geliştirmesi, toplumun değer yargılarının biçimlenmesinde de başat olmaktadır.
'İnsanlar arası ilişkinin ilk ve en alt düzeydeki biçimi, bireysel savunma insiyakıdır. Kendini tehlikeye karşı korumada bir sonraki aşama ise kendini koruma için bir başkası ile beraber hareket etmeyi gerekli kılan davranıştır.' Bu cümleden olmak üzere, şehir olgusu içinde konumlanan insan ilişkileri, daha özeldir ve daha anlamlıdır. Mahallenin sağladığı bu sıcak ilişki ortamı, insana sonsuz güven ve huzur verir.
Osmanlı'daki mahalle olgusuna uzanan tartışmalarda, yeni bir demokrasi arayışı içinde siyasal, toplumsal ve mekansal boyutta çözüm arayışları sürmektedir. Çünkü şehir yaşamı içinde her açıdan yaşanabilir ve sürdürülebilir bir ilk örnek olarak mahalle birimini, Osmanlı'daki yapısıyla günümüzde yaşatma imkanlarını aramak gerekir. Osmanlı'da mahalle nasıldı ve işlevi neydi? Kısaca özetlersek;
Osmanlı'da mahalle, bir anlamda geniş bir aileyi sembolize ediyordu denebilir… Zengini, fakiri, çocuğu, yaşlısı, delisi, manavı, kasabı, imamı, bekçisi gibi hayatın içinde olan mücerret ifadeler, Osmanlı'nın zengin kültürüne dayanmaktadır. Ailenin içinde yer alan bu ifadeler, derin bir kültürün yansıması olarak şüphesiz mahalle sakinlerini her açıdan yüksek bir donanımla organize ederek, insanları ortak bir payda etrafında toplayabiliyordu. Bu durum sonsuz bir güven ve huzur ortamı sağlıyordu.
Günümüzde olmayan ama gerek Osmanlı döneminde ve gerekse Cumhuriyetin ilk yıllarının Türkiye'sinin şehirlerinde, bir mahalleden başka bir mahalleye taşınan/yerleşen veya mahalleye yeni gelen bir insana; mahalleli tarafından 'Hangi mahalledensin?' diye bir soru yöneltilirdi. Bu sorgulama güven amacı taşıyan bir sorgulama biçimi olarak algılanabildiği gibi, bütün mahallelinin birbirini tanıdığı ve bir yabancının hemen fark edilebileceği gibi, mahalleli arasında derin bir birlik ruhunun oluştuğunu da gösteriyordu. Bu, çok önemlidir.
Bu güven ve huzur ortamının sağlanmasında mahalle camiinin imamı başroldeydi. Ki imam aynı zamanda bir eğitici olduğu için bugün bu görevi okul idarecileri sürdürebilir. Camideki görevinin yanında mahallenin asayişini ve ihtiyaçlarını da karşılamakla görevliydi. Cami, cemaat, imam, bakkal, kasap gibi kavramlar, mahalle içinde daha sıcak ilişkilerin doğmasına zemin hazırladığı için, tanışmaya, kaynaşmaya hatta birlikte hareket etmeye de zemin hazırlıyordu.
Mahalleyi oluşturan yapı taşlarından biri eksildiğinde, mahalle mefhumu içinde hemen karşılığını bulur ve tedavi edilmesine başlanırdı. Mekansal ve demokratik olarak şehri yaşanabilir ve sürdürülebilir kılmaya uğraşan yetkililerin/toplum bilimcilerinin Osmanlı örneğine bakmalarında fayda vardır.