'Akrabaya, yoksula ve yolda kalmış yolcuya haklarını ver…' (İsra, 17/26)
Gittikçe kendini yalnızlaşmaya doğru iten insanoğlu, karşılaştığı problemlerin üstesinden gelememekte, bunların altında ezilip kalmaktadır. Ancak İslam'ın tesis ettiği sosyal yardımlaşma müessesesi insanı bu yalnızlıktan kurtarmakta ve sağlıklı bir cemiyetin bireyi haline getirmektedir. İslam toplumunda fertlerin özellikle de yakın akrabaların birbirlerini gözetip ihtiyaçlarını karşılamaları bu bakımdan önem arz etmektedir. Öyle ki yapılan her türlü yardımın yakın akrabalardan başlayarak, muhtaç kimselere doğru ulaştırılması emredilen bir husustur.
Hayatını kazanabilen insan maddi ihtiyaçlarını karşılamak için belki başkalarına ihtiyaç duymayabilir. Ancak değişik şartlarda yaşamak zorunda olan insan, bir gün hayatını kazanamaz ve aile bireylerine bakamaz hale gelebilir. İşte bu durumlarda insanın ilk başvurabileceği kişiler yakın akrabalarıdır. Konumuzu teşkil eden ayette, yakın akrabaya, düşküne ve yolcuya hakkını vermekten söz edilmektedir. Çünkü onlara yardım etmek, bir minnet değil haktır. Burada özellikle yakın akrabaya yardım etmenin anılması ise, sıla-ı rahmi (akrabalık bağlarını) korumak için muhtaç olan akrabaya yardım etmeyi telkin etmek amacıyladır.
Bu bakımdan akrabaların ihtiyaçlarını yerine getirmek, onlara yardım etmek o kadar önem arz etmektedir ki Cenab-ı Hak, sadece ibadet etmenin iyilik olmadığını, helalinden mal kazanıp onu seve seve yakınlığı bulunan akrabalara, yoksullara ve yolda kalmışlara harcamada bulunmanın esas iyilik olduğunu haber vermektedir (Bakara, 2/177).
Akrabalarımızdan kötülük görmüş olsak bile hiçbir zaman onlara yardım etmekten kaçınmamalıyız. Zira ayette, faziletli ve servet sahibi kimselerin akrabaya, yoksullara mallarından vermeyeceklerine dair yemin etmemeleri emredilmektedir (Nûr,24/22). Yine Peygamberimizin hadislerinde en faziletli sadakanın düşmanlık yapan akrabalara verilen sadaka olduğu (Ahmed b. Hanbel, 'Müsned', 3/402), yoksula verilen sadakanın bir sadaka yerine geçeceği, akrabaya verilen sadakanın ise iki sadaka yerine geçeceği (Tirmizî, 'Zekat', 26) ifade edilmektedir.
Akrabaya yardımda bulunmak, ihsan olarak değerlendirilmiştir. İhsanda özellikle akrabaya yardımın öne çıkarılışı, onun önemini ortaya çıkarmakta ve pekiştirmektedir. Akrabaya yardım etme hakkı o kadar önemle vurgulanmıştır ki herhangi birimize ölüm gelip yaklaştığında eğer bir hayır, yani ölümden sonra mal bırakacak isek yakın akrabamız için meşru bir şekilde haksızlıktan uzak bir tarzda vasiyet yapmamız emredilmiştir (Bakara, 2/180). Her ne kadar varis olan akraba bundan istisna edilmiş ise de varis olmayan akraba hakkında bu hüküm devam etmektedir. Çünkü mal paylaşımı sırasında mirasçı olmayan akrabalar ile (mirasçı olmayan) yetim ve fakirlerin hazır bulunmaları halinde bu maldan bir şey verilmesinin emredilişi (Nisa, 4/8) bu emrin vacip anlamına geldiğinin delilidir.
Yüce Allah, akrabalara yardım etmemizi emrederken (Nahl, 16/90) onlara muhtaç oldukları hususlarda hediye vermemizi, ikramda bulunmamızı ve iyilik yaparak yakınlarla ilişkileri sürdürmemizi bizden istemektedir. Yine Cenab-ı Hak, akrabaya hakkını vermenin Allah'ın rızasını kazanmayı dileyenler için daha hayırlı olduğunu ve o kimselerin kurtuluşa erenlerden olacağını bildirmektedir (Rûm, 30/38).
Kısacası akrabalarımızdan muhtaç olanlara yardım elimizi uzatmıyorsak, dinimizin önemli gördüğü bir sorumluluğu yerine getirmeyerek kusur işlemiş oluyoruz. Zira akrabayı görüp gözetmenin, onlara göz kulak olmanın, muhtaç iseler ihtiyaçlarını karşılamaya çalışmanın İslam'ın önem verdiği hususlar olduğunu unutmamalıyız. Hatta akrabayla olan ilgisini, yardımını ve desteğini kesen kimsenin cennete giremeyeceği ikazının hadiste belirtildiğini (Buharî, 'Edeb' 11; Müslim, 'Birr' 18, 19) ve bunun büyük günah olduğunu da aklımızdan çıkarmamalıyız.