İnsanlık tarihi boyunca iktidarlar, güçlerini yönettikleri toplumlardan almışlardır. Toplumun bu gücünün farkında olan bu iktidarlar, toplumların uyanıp gerçekleri görmesini hiçbir zaman istemezler.

Çünkü toplum gerçek olup bitenleri fark ettiği yani 'kralın çıplak' olduğunu anladığı an kendileri için her şey bitmiştir. Bu yüzden tarih boyunca kitlelerin uyutulması/gözünün bağlanması için her türlü yola ve yönteme başvurulmuştur. İnsanlık tarihinin gelişimiyle birlikte bu yol ve yöntemler de gelişmiştir.

Hele bir de kitle iletişim araçlarının ve bilimin çok hızlı geliştiği Ulus Devletler dönemi dediğimiz zamanımızda, bu devletlerin 'ulusal politikaları' kapsamında 'devletin maslahatı' için atılan adımlar, 'halkın maslahatı' olarak sunulabiliyor.

Toplumların algılarına o kadar müdahale yapılıyor ki; kitleler oluşturulan yapay gündemlerin peşine takılıyor, gerçek gündemlerini unutuveriyorlar. Halbuki şu çok iyi bilinmelidir ki; Ulus Devletlerde meydana her gelişmenin -bu gelişme ne kadar kutsal olursa olsun- mutlaka 'ulusal politika'larla bir irtibatı vardır.

Türkiye'de meşruiyetini halktan almayan Kemalist sistem de kurulduğu günden bu yana varlığını devam ettirmek için diğer iktidarlar gibi bu tür yöntemlere başvurmuştur, başvurmaya da devam ediyor.

Özellikle sistemin son yıllarda gerek dış, gerekse iç konjoktör gereği yumuşama emareleri gösterse de ana ilkelerinden taviz vermemesi ve bu ilkelere ses çıkarmayan mevcut iktidar tarafından dinin, İslamî motiflerin ve argümanların işlevsel bir araç olarak daha sık kullanılması bu meselelere daha dikkatli yaklaşmamızı gerekli kılıyor.

Son zamanlarda Türkiye'de, S. Demirel'in 'dün dündür, bugün bugündür' sözünü akla getiren dün ile çelişsen ani gelişmeler ve oluşturulan sunî gündemler, aklıma İranlı Sosyolog Ali Şeriatî'nin, toplumların aldatılmasını 'Eşekleştirme' metaforuyla anlattığı kitabındaki bir hikayeyi aklıma getirdi.

Toplumların yalancı 'horoz savaşları' ile nasıl ana cepheden tali cephelere çekildiklerini ve bu yolla sömürüldüklerini anlatan Şeriatî, hikayeyi şöyle anlatıyor:

Bizim Mezinan'da bir seyyit vardır. Amcam orada yaşıyordu. Bu seydin çok hoş bir iş yaptığını söylerdi. Bu iş bütün dünyada genel bir yöntem haline gelmiş fakat hiç kimse bu zavallının kıymetini bilmiyor! Amcamın horozlara ilgisi vardı

Bu seyyit bir gün amcanın huzuruna gelip şöyle der:

-Bizim köye yakın bir yer olan Behmenabat'ta ucuz horoz var.

-Mesela tanesi kaç para?

-Çok güzel ve hesaplı ama Amerikan olmayan horozların tanesi beş tümendir.

Amcam:

-Hayır, efendi bu nasıl olabilir? Burada horozun tanesi on tümen, bir kilometre öteden nasıl beş tümen olur? bu olacak şey değil, diye itiraz eder.

-Hayır efendi, mümkün. Siz parasını verin. Ben sizin için getireyim.

-Al şu elli tümeni gidip on tane getir.

O da gider birkaç saat sonra on tane semiz etli horoz getirir, hem de tanesi beş tümenden.

-Başka Para istemiyor musun?

-Hayır efendim. Eğer daha isterseniz size yine getiririm.

Aradan iki ay geçer. Bir gün Behmenabat'tan hacı adayı amcamı ziyarete gelir. Halini hatırını sorar. Sohbet esnasında der ki:

-Filancanın annesi, evimizin tavuğu kuluçkaya yatırdığında Civcivlere kaç tanesi horoz olursa size vakfedeceğine dair adak adadı. Tesadüfen on altı-on yedi tane civciv çıktı. üç dört tanesi öldü, geriye kalanların hepsi horoz oldu. Adağını yerine getirdi. Horozlar altı aylık olunca hepsini size gönderdi. Civcivler iyi miydi?

-Hangi civcivler?

-Hani size seyyitle gönderdiğimiz şu on civciv.

-Seyyit mi hangi seyyit? O bana tanesini beş tümenden sattı. Üstelik parasını da peşin aldı.

- Beş tümen de neyin nesi? Horozun tanesi on beş tümen. Behmenabat'ta buradan daha pahalı.

-Seyyide Behnemat'ta horozun tanesini kaçtan veriyorlar diye sordum. Beş tümen dedi. Benden elli tümen aldı; sonra gidip on civciv getirdi.

-Hayır efendi o horozları size hediye ettik. Para da nereden çıktı?

Amcam, 'Anladım ki bu seyyit Behnemat'a gelmiş; hacı dayı da Mezinan'a ne zaman gidecek olursan şu an horozu da falana götür demiş.' diye anlatıyordu.

Seyyit, Mezinan'a amcamın yanına geliyor, Behmenabat'ta kaliteli ve ucuz horozlar var; tanesi beş tümene diyor; paraları alıp gidiyor; sonra da hediyelik horozları getiriyor.

Amcam gerisini şöyle anlatıyordu:

Horozla ilgili olarak konuştuğumuz bir sırada aniden seyit geldi. Horozları kendisine veren hacı dayının orada olduğunu, benim yanımda oturduğum görünce her şeyin ortaya çıktığını ve herkesin durumu anladığını fark etti. O içeri girince konuyu açmak istedik. 'Düzenbaz horoz nasıl? Horozun kuyruğu var da kendi niye ortada yok? dedik. Seyyit bir anda anormal bir şekilde bağırmaya başladı:

-Beyler! Ne oturuyorsunuz? Evinizin önünde iki damla kan dökülmüş. Diğer üç kişi peşlerinden gittiler. Bir diğeri yok olmuş. Falanın evini ateş sarmış!

Biz acele ile aynı elbiselerle dışarı çıkıp pazara vardık. Baktık hiç kimse yok. Bir iki adam oturmuş düşüncesizce çubuk tüttürmekteler. Biz sorduk: Ne zaman, nerede, ne oldu? Kimsenin haberi yoktu. Döndük baktık ki seyyit yok olmuş. Yani bir deliğe girmiş. Çünkü tehlikeden kurtulmak için, utanmamak için karşımda durup yakalanmak istemiyordu.

Aldatma! Aldatma!

'Savaş var, efendi savaş var.' Horoz meselesi gündeme gelmesin diye, 'savaş var efendi, yola kan dökülmüş, dışarı gelin, kanın önünü alın.' diyor. Horoz meselesi açılmasın ve hareketsiz kalsınlar diye onları dışarı çekiyor. Danışıklı dövüşe, yalancı dövüşe çekiyor. Asıl cephenin yanında tali bir cephe hazırlıyor...

Hepsi de yalan aldatmacadır gittiğinde bir haber olmadığını görürsün karşı taraf kaçmıştır. Fakat ne olmuş, sonucu nedir? Fırsatlar kaçırılmış, bir nesil yok olmuş, ümitsizleşmiş, yenilmiş, bütün çabasından, kavgasından hiçbir yarar elde edememiştir. Sonra başka bir nesil gelir. O zaman da farklı danışıklı dövüşler, başka yüzlerce başka savaş...

Şöyle bir toplumumuza, kendimize yaşananlara bakalım...

Adaletsizlik, kapitalizmin sömürüsü faiz, çoğulcu toplum yerine ısrarla dayatılan tekçi politikalar, Kürtlerin ve diğer kavimlerin ana dil ve diğer haklarının iade sorunu, güçlendirilmesi gerekirken gün be gün bitirilen sivil toplum, tüm kesimlerin temsil edilememe sorunu, giderek kendini hissettiren ekonomik problemler, devletin hala Kemalist hafıza ile halka bakmaya devam etmesi, giderek artan vergiler, ifade özgürlüğü önündeki engeller, zengin ve fakir arasında giderek derinleşen uçurum, Aydınlanma felsefesi üzerine kurulu eğitim sistemi, Müslüman olduğumuz halde İslam hukuku yerine hala Batı'dan alıntı yasalara muhatap edilmemiz vb...

Bizler de tüm acil çözüm bekleyen bu sorunlarımız dururken, defalarca aynı danışıklı horoz savaşlarına maruz kaldığımızın ne kadar farkındayız?

Allah'a emanet olunuz...