Eskiden gurbetin bir anlamı vardı. Hasret denilen bir duygu taşınırdı gönüllerde. Kimin nerede ne yaptığı nasıl yaşadığı, nasıl geçindiği birbirlerine özene bezene yazdıkları birkaç satırlık mektupla anlatılırdı. Mektup koklanır bağrına basılırdı. Dertlerini, hasretlerini, sevgilerini anımsar yürekten bir ah çekilirdi. Bazen mektup olmaz yakınından biri sılaya gelip gittiğinden haber götürür ya da sılan gelen haber getirirlerdi. Aylar ve belki de birkaç yıl sonra bir araya gelindiğinde sarmaş dolaş olunur, oturulur, konuşulur, yenilir, içilir sohbet edilir, hasret gidilirdi.
Uzatmıyorum. Şimdiyi söylemeye gerek var mı? Telefon, mesaj, sanal alem aldı götürdü, dilimizden düşmeyen hasreti. Özlemleri, tesellileri… Nasılda basitleştirdi şiirsel söylemleri… Ne gurbet kaldı, ne sıla. Ne hasretler kaldı ne mutluluklar… Özlediklerimize karşı, artık o eski hasret de kalmamış gibi… İçimizde bir zamanlar kıpırdanan duygular tuzla buz oldu. Hayata tat veren teselli, hasretlere haz veren duygular, meraklar, heyecanlar ne dersen yaşanırdı. Şimdi izi tozu kalmadı.
Ne gurbet eski gurbet, ne gurbetçiler eskisi gibi. Nerede o bir zamanki hasret, samimiyet, hüzün, saygı ve sevgi… Havaalanın kapısından içeri girmek üzereyim. Valizler ağır, soluklandım. Az ilerideki çıkış kapısından çıkanlar ister istemez dikkat çekiyordu. Karşılayanlar, gelenler, sarılmalar, öpüşmeler. Bir genç kız kapıdan çıkarken valizini yere bırakmasıyla ufakta olsa bir gürültü oldu.
O sese çoğu kişi dönüp baktı. Gürültüden sonra yumak olmuş iki karşı cins. Aramız birkaç adım. Görmemek mümkün değil. Bir genç valizi yere atan kadına sarıldı. Yüzünü kadının çıplak boynuna adeta gömdü. Kadında aynı minval…Kollarını birbirlerine kenetlemişlerdi. Kadın onun bedeninde yok olmuş gibiydi. Tek vücut olmuş aralarından su sızmıyordu. Birbirlerini kokluyorlardı. Nasıl bir hasretti. Hiç mi görüşmemişler. Aralarında okyanuslar, geçilmez sınırlar mı vardı? Hadi diyelim bu hasreti tüketecek telefondan, sanal alemden hiç haberleri yok muydu?
Nereden geldiğini bilmediğim bu kadın ve genç muhakkak sevgiliydiler. Başkaca bir şey düşünülmezdi. Bunlar eş değil kesinlikle sevgiliydiler. Eş olsalar bile bu kadarı fazlaydı. Her yüzlerini değiştirdiklerinde öpücüklerle geçiş yapıyorlardı. Benim gibi bakan nicesi vardı. Çünkü ortama bir farklılık katmışlardı. Yüzlerini tam görmüyordum. Sezgilerime göre gözleri kapalıydı. Gözleri açık olsa her halde çevredeki insanlardan utanırlardı. Ar nedir bilirler mi?
Onlara bakanlar sonra dönüp birbirlerine bakıyorlardı. Kimisi gülüp geçerken, kimileri hiç ilgilenmezken kimisi somurtuyordu, tiksintiyle… Onlara imrenenler, hayranlıkla bakanlar da vardı, ben bilmesem de. Bazıları da filimin sonunun merakı içindeydiler. Bakmadan dolayı utansalar da ayrılacak anı ve nasıl ayrılacaklarını düşünüyorlardı. Bende aynı merak içindeydim. Kimileri normal bir şeymiş gibi onlara bakarak zaman kaybetmek istemedikleri her hallerinden belliydi. Geçip gidiyorlardı.
Hemen aklıma sizinde seveceğiniz şu türkünün sözleri geldi. "Az kaldı bayram ola/kolun boynuma dola/altı ayın hayfını/ ister bir günde ala" bu da öyle bir şeydi. O an onların bayramıydı. Hasret gideriyordu. Ama hatırladığım şu söz çok etkileyiciydi. Onların bu haline çok uygunda… Bir yerlerden hatırımda kalmış şu sözü anımsadım. "Hiç kimse özlem duymaz aşka, kesik kollu adam kadar."
Sadece bunlar mı ki bu şehrin sokaklarında. Caddelerinde, izbe köşelerde, mezbelelik yerlerde, dahası otobüslerde, metrolarda, tramvaylarda sarmaş olanların ne kadar samimi oldukları geçti aklımdan. Bunların hepsi gurbetten gelmişçesine tek vücut oluyorlardı. Etrafındaki insanlardan habersizdiler. Yaşamın güzelliğimi desem, çirkinliğimi, samimiyet mi yoksa sahte duygular mı, aldatma mı eğlenmek mi bilmek mümkün değil… Kimse kimsenin ne gönlünden ne kafasından geçeni bilemez ki…
İnançlar yitirilmiş, değerler altüst olmuş. Aşklar sahte, dostluklar samimiyetten yoksun. Bu metropol kentte çaresizlikler içinde yaşayan baba ocağını, doğduğu toprakları terk edip gurbette yaşayanları gördükçe, yarına garantisi olmayan bu insanlar gurbete gitti de rezil oldu dedirmemek, kimsenin ağzına sakız olmamak için işten başka düşünceleri yoktur. Karınları doysun, muhtaç olmama adına… Köşelerde parklarda sevişenler kadar sarhoş, ayyaş olup sokağa düşmüş, madde bağımlısı gençler… Umutsuzluk başıboşluk ve hasrete acı katan kimsesiz gurbetçiler… Halleri hem kendilerine hem bizlere verdiği acı tarifsizdir.
Biraz daha bekleyip düşünürken uykudan uyanır oldum. Az daha uçağı kaçıracaktım.