Oyun denince çocukluğum, çocukluk deyince, zamanı su gibi alıp götüren oyunlar aklıma gelir. Avlulu evlerimiz, evlerimiz etrafında daha imar görmemiş, geniş boş alanlar, arsalar, bahçeler, bağlar, buğday ekili tarlalar vardı. Bu yerlerde her türlü oyunu beynimizin yaratıcı gücü sayesinde şenlendirir, eğlenirdik. Oyunun çocuğu haz veren bir uğraş olduğunu çeşitli nesnelerden çeşitli deneyimlerden sonra tekrarlayarak oyunların ortaya çıkarırdık.

Oyunların çocukların hayatının her alanına katkı sunduğunu, fiziksel bakımdan vücudun gelişmesi yanında, arkadaşlarla koordinasyon sağlayarak işin ciddiyetine varılırdı. Tehlikelerden korunma, el, kol, ayaklarını en güzel şekilde kullanma, reflekslerini arttırma, dikkatli olunmayı sağlardı. Duygularını kontrol etmeyi öğrendiği gibi insanlarla daha sağlıklı ilişkiler kurmaya, kendini yarınlara hazırlama anlamında düşünme yetisini artırırdı.

Becerilerini geliştirerek yaşama katkı sunmaya çalışılırdı. Oyunlardan topladığı bilgilerle yaşam içinde ayakta durma becerisini geliştirme olanağı elde ederdi. Düşünmeyi öğrenir, kararlığını hayatın her alanında somutlaştırmasına neden olurdu.

Bu gün bu oyunların izi tozu kalmadı. Ama insan çocukluğunda ki çok şey gibi oyunları da hep özler. Nerede ne zaman bir compitürün başında bir çocuk görsem, elektronik aletlerden melül ve mahzun olmuş gözleri üzer beni... Gelişmeyen hayal dünyası, dirençsiz bedeni, yorgun kolları, elleri ve görmediği, oynamadığı benim oynadığım güzelliklerini özümsediğim oyunların hasretini hissederim gözlerinde.

Çeşitli oyunlar oynayarak geliştirdiğimiz fiziki becerilerimiz, bize hayatta tutunmayı, acılara katlanmayı, direnmenin verdiği zaferi ve mutluluğun öğretisi oldu. Ağız dolusu gülmeyi, güzellikleri bölüşmeye, sevmeyi ve sevilmeyi, vefayı dostluğu öğretti.
Guruplar halinde yapılan gezi ve oyunlar kırsal alandaki bitkileri tanımamıza, çiçekleri renklerinden kokusundan tanıma gibi duyu organlarımızda gelişmesinde büyük fayda sağlardı. Kelebek kovalayarak, uğur böceğini uçurarak hayal dünyamızın gelişmesini sağlardık.

Bu gün sokağa çıkmayan çocukların yaşadığı psikolojik sorunlar aile içi şikayetler etrafı kırıp dökmeler, korkuyla çocuğu camın önünde tutmaya, dış mekanlarda hoplayarak zıplayarak çeşitli oyunlar oynayarak çocukluğun zihinsel olduğu gibi beden ve el becerilerinin en güzel şekilde sergilemeye çalışır. Gelişen bedenlerle iş yapma yanında yeni roller üstlenerek kendilerini tanır, hayatta söz sahibi olmayı öğrenirdik.

Hayatın her alanında o minnacık ellerimiz o ufacık bedenimizle oyunlar yaşatırdık. Diri bir zihin, yorgun bir bedenle kendimizi yarınlara hazırlardık. O yaşlarda elimiz iş tutar, ekmek parası uğruna incecik bedenimizi koşulan işlerde bir oyun içinde uğraşı verirdik. Hayat olgusunun gelişmesi, küçük pratiklerle başarılar elde etmenin yolu hep çocukluktan geçer…

Oyunlarımız mevsimlere göre değiştiği gibi gece ve gündüz oyunlarımız vardı. Kapalı mekanlarda olduğu gibi açık mekanlarda oyunlarımız vardı. Şehirde olmamıza rağmen yıllarca köylülükle iç içeydik. Büyükler gibi küçüklerde kırsal alandan getirilen oyunlar oynarlardı. Çocukluğumuzun ilk oyunu evciliktir. Bu günkü çocukların kaçta kaçı evcilik oynamayı bilir. Zor bulduğumuz birkaç gazoz kapağından kap kacak, cam parçacıklarından süs, tahta parçalarından ev kurma güzelliğini yaşamadılar. Her halde ondandır bizim aileye ve evimize o değeri vermemiz.

Eve gelen meyveden, evdeki kuruyemişlere kadar oyunlar çıkarır kış gecelerinde eğlenirdik. Meyvelerden özellikle portakalla bir başımıza duvarlara ata ata yumuşatır sonra bir delici bir cisimle deler taktığımız delikli bir buğday sapı ile onun içindeki suyu çıkarırdık. Belki de ilk pipet biz icat ettik. Cevizlerle, fıstıklarla tek mi çift mi oyunu ne güzel olurdu.

Büyüklerin oynadığı ve ortaya bir iddia konulan "yüzük oyununu" seyrederek eğlendiğimiz gibi o oyunu da öğrenirdik. "Kasa kasa vakasa, arpa çarpa, alkuç, balkuç," gibi daha nice oyunlar oynandıkça zevk alırdık. "Koza kırık, çelik çomak, birdir bir, ebe, sobe, köşe kapmaca, deleme döndürme, " baharla birlikte oynadığımız dışarı oyunlarıydı. Açık alanlarda daha çok koşar hareketlenir, yorulurduk.

O zamanlar ne çocukların kaçırılma korkusu ne araba çarpma korkusu vardı. Eğer belgeseller ya da hayvanat bahçesi olmazsa çocukların hayvan tanıması bile olanaksız. Oysa şehrin çevresinde evcil hayvanların hepsini tanıyarak büyüdük...

Bu oyunları ayrı ayrı yazıp aile içinde paylaşmak lazım.