Ankara'ya kar yağdığı gün ben TRT Kürdi'ye konuktum. Bir öğle sonrasıydı Ankara beyaza boyandı. Yollarda daha önceden tuz döküldüğünden kar yolları tutmuyordu. Demek ki daha öncesinden de Ankara kardan nasiplenmiş.
Çocukluk yıllarımızda bir espri yapar ya da bilmece şeklinde sorardık. 'Duydun mu Ankara'da karyola yağmış?' hayretimizi merakımızı gizleyemezdik. Karyola nasıl yağar diye. Aslında o zamanlar evimizde karyola yoktu. Ama karyolanın ne olduğunu biliyorduk. Sonra kelimedeki benzetme sanatı bizleri nasıl şaşırttığına şaşırırdık.
Otel odasına kapandım. yokuş aşağı inen yolda kar savurup durdu. Benim öteden beri söylediğim bir söz var. 'Peyê sor bişine herbê, meşine ber sermê' Kırmızı adamı harbe gönder, soğuğun önüne gönderme. Belki de ben soğuktan üşüyorum. Esmerlerin ne kadar üşüyüp üşemediğini bilmem, sormak lazım. Mesela Afrika'nın karasından nasiplenmiş bir siyahinin karı gördüğünde ne düşündüğünü ne yaptığını merak ederdim hep.
Ankara'nın o çok katlı binalarını defalarca seyretmiştim. Tabi Ankara çok değişmiş. Bizim zamanımızdaki tahtalı tek katlı evler bölgenin yapısına uygun görkemli şekiller verilerek yenilenmiş. Kızılay, karanfil sokak yine tıklım tıklımdı. 'İnsan hakları anıtı' diye bir heykel yapılmış. Nereden neden derken internet ortamında bir gezinti yaptım. Anlatılanları yazılanlarla buluşturdum.
Heykeltıraş Metin Yurdanur tarafından 1990 yılında bronzdan yapılan ve yıllar boyu adalet, barış, özgürlük, eşitlik ve hak arayışlarının buluşma noktası olan İnsan Hakları Anıtı umutlu bekleyişini sürdürdüğünün ifadesiydi.
Heykel yapıldığı günden beri etrafı kapatılsa da açılsa da kaldığı yerden adalet, umut, özgürlük, eşitlik demeye devam etmektedir. Vığır vığır bir sokak. Hava da güneşli olunca banklarda oturacak yer kalmadığından duvar kenarlarında, kaldırımlarda insanlar güneşin keyfini çıkarıyorlardı.
Adaleti arayanların buluşma noktası haline gelen Ankara Kızılay, Konur sokak Yüksel caddesindeki İnsan Hakları Anıtı, olağanüstü halden nasibini alıp ablukaya alındığı haberlerini ancak televizyonda izlemiştim. Cadde dedikse öyle vasıtaların geçtiği bir yol değil. Sadece yayalara açık...
O zamandan beri bu caddede, hapis hayatı devam eden, elinde bir kitap, okur pozisyonda insanların adalet arayışlarına tanıklık eden bir kadın heykeli, kendisi okumaya devam ederken insanları düşündürüyordu. Bir yıl sonra etrafı açılmış heykel şimdi serbest.
Bu kadın heykeli ve elinde, okuya okuya bitiremediği, dönüp dolaşıp tekrar okuduğu, Türkiye'deki tüm adaletsizliklere karşın sığındığı bir kitap; İnsan Hakları Evrensel bildirgesi... Çevresinde toplaşanlara verdiği 'umut' korkusuna tepkiden olacak ki etrafı bariyerlerle kapatılmış. Şimdi arkasında onu gölgeleyen bir çam motifi ve rengarenk dünyayı aydınlatan ışıkların gözlere ve beyinlere düşündüğü huzme ile Ankara'nın önemli simgelerinden biri...
Ankara'nın kalesinin o görkemini Ankara'da okuduğum yıllardan hatırlıyorum. Hamam önü denilen semte kalır, oradan yürüyerek Numune hastanesinin karşısındaki okula giderdik. Hamam önü şimdilerde yüz-ikiyüz öncesinden kalma tarihi mimari özelliklerine uygun evler restore edilmiş. Eski Ankara'ya restore edilen evler Ankara'nın çehresi bir hayli değişmiş.
Okulumuzun hemen aşağısında Hergele Meydanı vardı. Ben önceleri bu meydanı 'Hergelen' olarak algılamıştım. 'Hergele' kelimesi argo ve hakaret edici bir ifade olduğunu bilirdik. Sonraları 'Heregele' kelimesinin çobanlara verilen bir isim olduğunu böylece öğrenmiş olduk.
Hacı bayram camisini daha önce gördüğüm için oraya tekrar gitmedim Zaten gitme olanağınım da yoktu. Çünkü hem hava soğuk hem de zaman dardı. Ancak Ankara'daki koç ve Etnografya müzesinin gezilmesi önerildi. Gidemedim, 'bir dahasına' diyerek ertelemek zorunda kaldım.
Ancak gençlik yıllarımızda çoğu yerleri gezmiştim. Gençlik parkı gittiğimiz yerlerden biriydi. Ancak Ankara çok değişmiş. Üç beş gün yetmiyor. Hem dostları ziyaret, hem doğal güzellikleri görmek hem de Ankara'nın yemeklerine verdiği damak tadını yeniden tatmak gerekir.
O güzel dostlara buradan selamlar.