Doğumuna kutlamalar düzenlenen, ölümüne mersiyeler dizilen, sevincinden huzur alınan, üzüntüsüne gözyaşlarıyla karşılık verilen Allah resulü'nün davetiyle Mekke'de tanışsaydık, acaba kabul eder, göğsümüze basar mıydık?'' Şu basit dizeleri yazıp okurken bile depremler oluveriyor, fırtınalar kopuyor.
İman da inkar da bir duruştur. Kişi özgür iradesiyle dilerse iman eder, dilerse inkar. 'Gerçek Rabbinizdendir. Dileyen iman etsin dileyen inkar(Kehf-29). Rabbimiz iradeye müdahale etmez ve edilmesini de istemez Zorlama, baskı, gücü elinde bulundurma nifakı doğurur, münafık kişilikli insanları çıkarır. 'Şayet Rabbin dileseydi yeryüzünde bulunanların tümü iman ederdi. Yoksa sen insanlar inanıncaya kadar onları zorlayacak mısın?(Yunus-99)'
Tabloyu biraz daha netleştirelim.
Mekke'de olduğunuzu düşünün. Tarihte yaşamış Nebi ve Resuller biliniyor. Şehir de İbrahim ve İsmail'in (as) sembolü konumunda. Onları temsil eden yapılar(şe'air) var ve bunlarla ibadetler yapılıyor. Elde kitap sayılabilecek yazılı vesikalar yok. Dolayısıyla din, atalarından dilden dile aktarımla kulaktan doğma geliyor ve yanlış olabileceği ihtimali düşünülmüyor, sorgulanmıyor.
Hac, kurban, namaz, oruç gibi ibadetler de yapılıyor. Özellikle insanlığın ibadet kastıyla inşa edilmiş ilk yapısı Kabe'nin yanı başında olması hasebiyle ahalinin bir kısmı Kabe'nin hizmetkarlığını üstleniyor, temizliğini ve bakımını gerçekleştiriyor, diğer kısmı da ziyaret amaçlı gelen hacılara yemek su veriyor, ve barınmasıyla ilgileniyor.
Şehir halkı, civar kabilelerle birlikte 'Yaratıcı'ya yakınlaşmak için vesileler arıyor. Geçmişte yaşamış 'Allah'ın sevgili kulu' olarak bildikleri dindar kişileri hem hatırlamak hem de yüzü suyu hürmetinden faydalanmak için taş, toprak ve tahtadan heykellerini(hatıralarına hürmet için) yapmışlar ve bunların farklı görev ve etkilerinin olduğuna inanmışlar. Ahirette aracı (şefaat) olsun diye tazimde bulunuyorlar(Zuhruf-43). Onları Allah'ın has kulu olarak gördükleri için de Allah'ın yeryüzündeki değerli evine(Kabe) bırakmışlar.
Ticari seferler vasıtasıyla Yahudi ve Hristiyanlıktan haberdarlar. Hatta içlerinden bu dinlerin kitaplarını orijinalinden okuyanlar var. Fakat bulundukları beldenin farkındalığından, Yahudi ve Hıristiyanlarla kendilerini eşit mesafede gördüklerinden onlara tabi olmuyorlar.
'Daru'n-Nedve' dedikleri bugünkü manada şehir konseyini oluşturmuşlar. Önemli karar ve davalar burada alınmakta, yürütmesi buradan takip edilmekte. Ayrıca haksızlık, talan ve mağduriyetlerin giderilmesine yardımcı olmak için 'Hilfu'l fudul' (Erdemliler Derneği) adıyla bir dernek oluşturacak kadar hassasiyete de sahipler.
Gelir dağılımında adaletsizlikler var. Yetim ve öksüzler horlanıyor. İnsanlar, emeklerinin karşılığında az ücretle çalıştırılıyor. Köle ve cariyeler var. Adına kast denmese de, sınıflar arasında derin uçurumlar gözüküyor. Herkes rahatına düşkün olmalı ki, edebiyat gelişkin.
Kabataslak Allah Resulü gönderilmeden önceki genel çerçeve bu sayılır.
Ve bir gün, şehrin içinden tanınan, emin, doğru sözlü, kitap nedir iman nedir bilmeyen, sağ eliyle dini hikaye, metin ve şiirler yazmamış 'Muhammed' diye biri çıkıp yaptıklarını eleştirmeye başlıyor, Allah'ın elçisi olduğunu iddia ediyor.
40 yaşına kadar aralarında yaşamış bu kişiyi, öz evlatları gibi tanıyorlardı. Mesajının Hanif dinini kapsayan mesajlar olduğunu, atası İbrahim'in yolu üzerine gönderildiğini, onların inançlarının tevhidi olmadığını, yaşam tarzlarının yanlış olduğunu, ibadetlerinde sakatlık bulunduğunu yüzlerine haykırıyordu.
Şayet siz, o devir'de yaşasaydınız ve bu tabloyu görseydiniz, Muhammed'e inanır mıydınız? Veya inanma kriter ve nedeniniz ne olurdu? Veya 40 yaşına kadar mevcut görüşlere karşı ses çıkarmayan bir kişiye, neden inanmanız gerekirdi?
Mesaja Tepkiler
Taşıdığı mesaj gelecekten haber verdiği için 'kahin', geçmişten haber verdiği için 'cinlenmiş' (Tur-29), insanları etkilediği için 'sihirbaz' (Sad-5), mesajın edebi yönüne karşılık veremediklerinden şair dediler(Enbiya-5).
İçlerinden bir uyarıcı geldi diye hayrete düştüler. İnkarcılar, 'bu insanları etki altında bırakan(sihirbaz) ve çokça yalan söyleyen biridir' dediler. İlahları tek bir ilah mı yaptı, kuşkusuz bu şaşılacak bir şey. Onlardan ileri gelenler 'Hadi yürüyün, İlahlarınızı savunun, korumaya devam edin! Muhakkak ki, sizden istenen budur. Biz son dinlerde de bunu görmedik. Bu bir iftiradır'(Sad-4/7).
Yalanladıkları Muhammed değil mesajıydı ve zira o, kendisine hiçbir zaman çağırmamıştı. 'Erdemli' bir insan olduğundan da şüpheleri yoktu. Yahudilik ve Hristiyanlıktaki inancındaki tevhidi bozulmalar, onlara ibret olacağına örnek olmuştu. 'Yahudiler Üzeyir Allah'ın oğlu dediler, Hristiyanlar da Mesih(İsa)...'(Tevbe-30).
Tevhid ilkesi zor geldi nefislerine, fasit kıyasta bulundular. Taş, toprak ve tahtadan putlara tazimde bulunup hizmeti Allah'a yapıldığını göstermekle, Allah'a evlat yakıştırmak aynı mantıktı.
Nebi dine karşı din mücadelesi verirken, onlar statükolarını koruyup din rantını ellerinden bırakmak istemiyorlardı. Atalarının yanılabileceği gerçeğini kabullenemiyorlardı.
'Onlara Allah'ın indirdiğine ve elçisine gelin denildiğinde 'Atalarımızı üzerinde bulduklarımız bize yeter' derler(Maide-104). Onlara Allah'ın indirdiğine tabi olun denildiğinde 'Atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola tabi oluruz' derler'(Bakara-170).
Din Tacirleri Bir Zamanla Sınırlı Kalmamış
Mekke'deki din çatışmasıydı: Allah dini ile Atalar dini. Muvvahhid müminler ile Müşrik dindarlar… Nefis, çıkar, mülkün tasarruf ve sahipliği ile vahiy…
İbrahim ve İsmail nebinin mirasını pazarlayan din tacirleri o dönemle sınırlı olmadı, sonraki devirlere de miras kaldı. Mekke'nin cahiliye döneminden farkları, isimlerinden ve mekanlarından ibaret. Muhaddis siyasetçiler, yargıları zalimlerin hoşuna giden alimler türedi. Dinsel mekanlara turistik seferler, çarşı pazar tavafı, hayır işleten çarık, belki faydası olur sadedindeki muska, ölülerden medet umma, hocasını, şeyhini, fikrini, derneğini, cemaatini Rabb edinmeler…
Halbuki vahyin mesajı, inzal haliyle aramızda. Ne oluyor da o mesajın üstüne mesajlar konuldu ve konuluyor.
O gün yüzleri ateşe çevrildiğinde onlar diyecekler ki: Keşke Allah'a ve Elçisine itaat etseydik. Ve ardından da, 'Rabbimiz biz dinde ileri olanlarımıza ve önderlerimize tabi olduk, bizi saptıran onlardır'. (Ahzab-66-67)
Mekke dönemiyle yaşadığımız çağı karşılaştırın, farklılıklar ve benzeşmeleri görün ve şu soruyu sorun kendinize: Allah'ın elçisi bugün gelse 'Acaba iman eder miydim?'