Hani iki haftadır herkesin eve kapandığı gün bize dört saatlik dışarı çıkma izni verildi ya! Risk altındayız, doktorlar bize 'öğle sıcağında saat 10 ile 16 arasında dışarı çıkmayın' demesine karşı, günün en sıcak anında bize izin verilmesi çekilir ve kabul edilir bir durum değildir. Ben ancak saat dörtte çıktım.
Mahallemizin parkına gittim. Hava yine sarı sıcaklığıyla yakıyordu. Bize tanınan sokağa çıkma yasağının yanlışlığının farkına varılmış olacak ki; doğru ve güzel olanı aynı anda düşünen sayısız insan var demek. Bu yanlışlık anlaşılmış olacak ki; bu yazıyı yazdığım sırada bu haberi aldım ve ben bu notu düşme gereğini duydum. Çıkma saati 14 le 20 olarak düzeltildi. Bizi fazlasıyla sevindirdi.
Bu girizgahtan sonra yüreğimden gelenleri sizlerle paylaşayım. Dışarı çıktığımda şehirlerin o kirli gürültüsü, o varlığından rahatsız olsak da katlandığımız trafik şamatasına suskunluk gelmişti. Parklardaki şiddet yanlısı kimselerin hor kullandığı yeşillikler yeniden dirilmiş, banklar tahrip edilmekten kurtulmuş tabi tüm bunlar eve kapanmanın eseri.
Keşke eve kapanmadan bunun eğitim bilincine varmış olsaydık. Bu gölgesinde faydalandığımız ağaçların herkes için lazımlı olduğu bu bankların, herkesin oturmaya hakkı olduğunu ve bu önemli söylemin 'nasıl görmek istiyorsan öyle bırak' gerçeğini kavrayabilseydik, her halde bize 'bu kadarına da pes' dedirtmezdi.
Bu bir kültür meselesidir. Kabalıkları törpülemek, yaşanan pürüzleri yok etmek, kiri-pası kazımak tüm bu çirkinliklerden arınmanın yolunu bir açabilseydik, her halde bu kadar hamlık yaşanmazdı. Kültürlü olmanın gereği vicdani değerleri ön plana çıkarmak, düşünerek fazileti ve şefkati gönüllerle buluşturmak lazım… Dil zarafet ve nezaketle buluşunca hoş görünün, adabı muaşereti sindirmiş oluruz.
Bu düşüncelerden hareketle şehirde yaşayan çevresine önem verip vermeyenlerin kimliğine baktığınızda eğitimli eğitimsiz farkını görmüş olacaksınız. Bankın tahtasını kıranın ruh hali ile çevreye değer verenin halet-i ruhiyesini aynı kefeye koymamız mümkün değil. Ancak öneri ve tavsiyeleri kulak ardı etmeleri onların ne kadar eğitimden uzak olduğunun göstergesidir. Yeni alışkanlıklarla kendimizi düzelteceğimiz gibi çevreye de katkısı olacağı şüphesiz.
Bir şehir tarihi, mimarisi ile şehir olduğu kadar, yeşilliği, bakım ve temizliği ile anlatılır. Bunların olmadığı yerde güzellik diye şehrin neyi anlatılır. Bize düşün görev onları korumaktır. Ancak bu görevin büyük kısmı yine eğitimcilere düşmektedir.
Biz eve kapandık. Kapanmadan önce sokaklardaki arı hamaratlığı ile ekmek parası peşine düşenleri görür seslerini duyardık. Çöp konteynırlarını karıştırıp kendine lazım olan naylon, cam ve kağıt toplayıcıları birden ortadan kayboldular. O yetmez sokakta hurda alanların sesleri de kesildi. Tüm bu çalışmalar ekmek parasına, kör boğaz nafaka uğruna…
Peki, bu insanlar nerede diye sorsam kimse cevap veremez. Bunların sesleri kesilince nafakaları da kesildi. İşte şehirler bu yönüyle gaddar, zalim ve acımasızdırlar. Kimsenin kimseden haberi yok. 'Tok yatanın aç yatandan haberi olmadığı gibi.'
Eskiden olsaydı komşunun hali herkesçe bilinirdi. Komşular yardımını esirgemezdi. Şehir büyüdükçe insani değerler küçüldü. Kadir kıymet bilen azaldı. Servet edinme hırsı öyle bir azdı ki; dostluk, akrabalık bir yana aile ilişkilerini bile gerginleştirdi, kopma noktasına getirdi. Biz öyle yapmalıyız ki çevremize, insanlara karşı kaybettiğimiz saygı ve sevgiyi 'boş vermeyerek' onu yeniden kazanmak ve çevremize yetmez uzaklara yaymamız gerekir.
Şehirlerin şehir olması için etik değerlerimizi yeni baştan dizeyin etmeli, onları yüceltmeliyiz. Değerlere kalite, nitelik kazandırmalıyız. Bir zaman sızlayan vicdanlarda şimdilerde açılmış gedik, rahne ve yarıkların kapanmasına uğraşmanın erdemini edinebilene ne mutlu.
Artık büyüklerden, eğitimlerden gelen önerileri kimse dikkate almıyor. Eskiden 'emi' denilen söylem kulaklarda küpe gibi sallanırdı. Yeni jenerasyon dediğimiz neslin, kuşağın okumuşluğu değil, eğitimsizliği yüreklere acı veriyor. 'El ele güzel günlere' deyip şehre verilen kıymet boynumuzun borcudur.