Kültür - Sanat

Müslüm Akalın'ın kaleminden: “Karameydanı” Adı Üzerine Bir Değerlendirme 1. Bölüm

Urfa Kurtuluş Destanı ve Milli Mücadele Urfa” başta olmak üzere kıymetli eserlerin müellifi, Yerel Tarihçi, Gazeteci-Yazar Av. Müslüm C. Akalın; Şanlıurfa’da küçük bir meydana adını veren “Karameydanı” isminin tarihçesini GAPGündemi aracılığıyla kamuoyunun ilgisine sundu

Abone Ol

Eski Urfa’ya dair sohbetlerde en çok karşılaştığımız sorulardan biri de “Karameydanı” denilen küçük meydanın adının kökeniyle ilgiliydi. Ortada dolaşan muhtelif cevaplar arasında; buranın bir zamanlar idam yeri olduğu, korkunç bir cinayete mekân olduğu ya da Urfa’da “Kara ölet” diye adlandırılan veba salgını sırasında meydana yığılan ölülerden dolayı bu adı almış olduğu.. gibi kayda dayalı olmayan söylentiler epey fazlaydı.

            Arşiv kayıtlarına göre, halk arasında Karameydanı Camii olarak anılan 1729 tarihli Hüseyinpaşa Camii’nin yerinde “Davut Beğ Mescidi” adıyla bir mescid bulunuyordu[1]. Davut Bey; Kanunî Sultan Süleyman döneminde (1520-1566) onüç yıl süreyle Diyarbakır Eyaleti Beylerbeyliği yapan Çerkez İskender Bey tarafından 1554 tarihinde Urfa’ya Sancak Beyi olarak atanan Çapakçur Beylerinden Mirza Davut Beğ idi[2].

Kanunî Sultan Süleyman döneminde yapılan tahrirde (1540-1566 arası) kayıtlı olduğu görünen bu Mescidin; atanma tarihi dikkate alındığında Davut Beğ tarafından 1554-1566 yılları arasındaki bir tarihte yaptırılmış olduğu söylenebilirdi.

            Mescid’in, 1700’lü yıllarda harabe haline gelmeye başladığı arşiv kayıtlarından anlaşılmaktaydı[3]. Bu kayıtlarda harâbeye yüz tutmuş olan Karameydanı’ndaki Davut Beğ Mescidinin, Rakka Valisi Hüseyin Paşa tarafından onarılıp, genişletilmek ve minber eklenmek suretiyle Camiye çevrildiği belirtilmekteydi.

            1721 yılında Hac Emirliği sırasında yolda vefat eden Rakka Valisi Maktulzade Ali Paşa’nın[4] damadı olan Darendeli Hüseyin Paşa, onarım ve yapımı 1729 yılında tamamlanan camiin kitâbesini kendi adına değil kayınpederi Ali Paşa adına yazdırmış[5], bir yıl sonra düzenlediği 1730 tarihli Vakfiyesinde ise camii kendisinin yaptırmış olduğunu kayda geçirmişti.

Bu Camiyle ilgili sohbetimizde Cihat Kürkçüoğlu Hocamız, 1729 tarihinde inşa edilen Hüseyin Paşa Camii’nin kapı ve kubbe ayaklarında Urfa camilerinde pek rastlanmayan kara taşların (bazalt) kullanılmış olduğunu, bunların muhtemelen Davut Bey Mescidi’nin harabesinden alınıp onarımda kullanılan sağlam yapı taşlarından olduğunu ifade ederek, Urfa’da bazaltın kullanıldığı almaşık duvar örneklerinin yer aldığı bina fotoğraflarını bana göndermişti.

Bunlar, Akkoyunlu Padişahı Uzun Hasan tarafından yaptırılmış olan ‘Hasan Padişah Camii’nin minaresiyle Diyarbakır Beylerbeyi Halhallı Behram Paşa tarafından Urfa’da yaptırılmış olan ve bugün Gümrük Hanı olarak bilinen Han’dı.

  İlginç bir şekilde fotoğrafların ait olduğu bu yapıların hâkim mimarî üslûbu Davut Bey gibi Diyarbakır’la bağlantılıydı:

* Urfa halkı arasında “Hasan Paşa Camii” şeklinde telâffuz edilen Mevlid-i Halil civarındaki Hasan Padişah Camii; başkenti Diyarbakır olan Akkoyunluların, 1423  Diyarbakır doğumlu Padişahı “Uzun Hasan” tarafından yaptırılmıştı[6].

* Davut Bey; Yavuz Sultan Selim döneminde Osmanlı egemenliğine geçen Urfa’nın, 1586 yılına kadar idarî yönden bağlı kaldığı Diyarbakır Beylerbeyliği tarafından Urfa’ya atanan Sancak Beyi idi.

*  Diyarbakır Beylerbeyi Halhallı Behram Paşa 1566/1567 yıllarında Urfa’da, mimarisi Diyarbakır’daki 1527 tarihli Deliller Hanı’nın (Hüsrev Paşa Hanı) benzeri olan büyük bir Han yaptırmıştı. Vakfiyesine göre, Alaca Han adıyla bilinen bu han, 1736 tarihinde Rakka Valisi Rızvan Ahmet Paşa tarafından Gümrük Hanına çevrilmişti (Ek-2 ve 3).

            Urfa’nın, Diyarbakır ile taşra/merkez ilişkisi içinde olduğu Akkoyunlu ve Osmanlı dönemlerinde yapılmış olan bu yapıların malzeme ve mimarî üslûp bakımından Diyarbakır etkisinde bulunduğu açık bir şekilde görülmektedir. Çünkü muhtemelen Sancak Beylerinin Diyarbakır’dan getirmiş oldukları mimarlarca, yapılarda kullanılmış olan bazalt/karataş malzemesi ve almaşık duvar üslûbu, arazisinin fiziki yapısı ve malzemesinin özelliğiyle Diyarbakır mimarisinde önemli bir yer tutmaktadır (Ek-4 ve 5)

DİPNOTLAR:


[1] Karakeçili, Enver, Hurufat Defterlerine Göre (1690-1837) Ruha Kazası, Ş.Urfa 2017, sf.66; Üner, M. Emin. Osmanlı Klasik Dönem Sonlarında Bir Güneydoğu Anadolu Şehri: Urfa (1700-1800) İ. Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı, (Doktora Tezi) İstanbul 2003 sf. 154.

[2] BOA.A.DVNSMHM.d. 1-210, 200.  H. 25.10.961/M.23.9.1554

[3] Karakeçili, Enver, a.g.e. sf.66,68

[4] Osmanlı ordusunun 2. Viyana kuşatmasındaki başarısızlığından dolayı idam edilen Sadrazam Merzifonlu Mustafa Paşa’nın oğlu olması nedeniyle Maktulzade Ali Paşa diye anılmıştır.

[5] Karakaş Mahmut, Şanlıurfa ve İlçelerinde Kitâbeler, Ankara 2001, sf. 88

[6] Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’ın Urfa’ya özel bir sevgisi olduğu anlaşılmaktadır. Mevlid-i Halil ve Halilürrahman Zaviyeleri için vakıflar yaptıktan başka, annesi Sara Hatun adına da Tahtamor Camii için vakfiye düzenlemiştir (Turan, A. Nezihi. a.g.e. sf.160-161) Urfa Kalesine de çeşitli onarımlar yaptıran Uzun Hasan’ın, 1460 ve 1462 tarihli kitâbelerde adı, “Sultan el-Melik el-A‘zam Ebu'n-Nasr Hasan Bahadır Ali bin Osman Beg el-Bayındır Han” olarak kayıtlıdır (Karakaş, Mahmut, a.g.e. sf. 226-227)  Ebu Bekr-i Tihranî’nin “Kitâb-ı Diyarbekriyye” adlı “Akkoyunlular Tarihi”nde bu sevginin kaynağı bulunabilir. Tihranî’nin anlattığına göre, Uzun Hasan, onbeş yaşında Urfa’da haremini birleşme nikâhına ve zifafına almış ve hamilelik günleri geçince gül ve reyhan gibi gönüllere ferahlık veren bir çocuk doğmuştu. Bu uğurlu doğum Halilürrahman mevkiinde olduğu için onu adı gökten Halilullah olarak gelmişti. Bkz., Prof. Mürsel Öztürk çevirisi TTK yayını Ankara 2014, sf. 112. Eşi Selçukşah Begüm’den olan ve Halil adı verilen bu oğlu Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’ın ölümünden sonra Halil Sultan olarak kısa ömrüyle tarih sahnesinde yer alacaktır.