Mahallede sokakta rastlaştığımız, beraber oyunlar oynadığımız, birlikte büyüdüğümüz kişilere 'arkadaş' deyip, dayanışma, sahiplenme, yardımlaşma içinde bağrımıza basardık. İlk fırsatta birbirimizi arar herhangi bir olayda birbirimizi kollardık. Her yaşın belli bir döneminde bazı arkadaşlıklar kurulur. Sosyal aktiviteler kahveye gitmek, sinema ve arada sırada bir de bir konser gelirse ne ala! Bir vesileyle kurulan arkadaşlıklar hiçbir zaman çocukluk arkadaşlıkları kadar o tadı vermezdi. Zaman olur ki sitayişle andığımız arkadaşlıklardan kimi iz düşümler gelir ufkumuza oturur. Anılar canlanır, sözler hatırlanır, siyah beyaz bir film şeridi ak pak bir perdede düşer yadımıza…

Bir arkadaşım vardı, adı 'Ali' idi. Fiziki yapısının zayıflığından, biraz da kara ve kuru olduğu için 'Sığırcık Kuşu' benzetmesi yapılarak Arapça 'zevzir' diye lakap takmışlardı. Ben 'zevzir' yerine Zelzele Ali demeyi severdim. Lakap takılması adettendir. Lakaplar insanların yüzlerine değil; tanınması için arkasından söylenir. Ailesi Arap olduğu için onlara Bêt Rime 'Rimenin Evi' denilirdi. Soyadlarına pek kimse bilmezdi.

O zamanlar başıboş kalmanın nedenin başında işsizlik, ardından yoksulluk gelirdi. İnsanların açlığı değil yiğitlikleri konuşulurdu. Para önemsenmezdi. Yardımlaşma, paylaşma fazlasıyla vardı. Gençlik denince kaynayanın kanın sokaklara yansımasıydı. 'Her horuz kendi çöplüğünde' misali o da 'Arap Mahallesi' adiyle bilenen çevrede ve Harran Kapı mevkiinde sesi çınlardı. O zamanlar tek eğlencemiz sinemaydı. Gece yarıları döndüğümüz zaman Ali'yi Harran Kapısı'nda sarhoş bulurduk. Yüz yirmi beş kuruşluk şarap elinde yirmi beş kuruşluk kırık leblebi cebindeydi. Bunlar öyle kolay bulunmazdı.

Ali, yıllar sonra geç yaşlarda belediyede bir göreve başlamıştı. Artık para kazanıyordu. Ancak ruhuna işlemiş olan sokak lümenliğinden hiç vazgeçmedi. Yürüyüşü, duruşu farklıydı. Gerçi onun ki artık serserilik değildi kendi alemine çekilmiş iç dünyası ile boğuşmaktaydı. Zaman geçiyordu ve yirmili yaşı geçmiş olgunluğa doğru gidiyorduk.

Benim öğrencilik bitince memuriyet hayatı ilişkilerimizin zayıflamasına neden olmuştu. Gördüğümde tereddütsüz selamlaşır, hal hatır sorardım. Ali'nin psikolojik sorunları olduğunu geç öğrendim. Delikanlılık çağında gözünü budaktan esirgemeyen Ali'nin, yıllar bedeninde demlendikçe bazı zafiyetler onu alaşağı etmişti. İçine kapanır olmuştu. Kimseyle konuşmaz, önüne bakar, çevresini görmezdi.

Günlerden bir gün abisinin birisiyle kavga ettiğini duyar. Yanına 'kürkçü bıçağı' diye tabir edilen kesici aleti alıp olay yerine gelir. Gelene kadar olay kapanmış, barış da sağlanmıştır. Onun geldiğini görenler ona durumu anlatır. Ancak birisi 'bıçak çekildi mi kan akması gerekir' deyip Ali'yi dolduruşa getirir. Ali de 'öyle mi' deyip bıçağı kendi boynuna atar ve kanı akıtır. Ali tedavi edildi edilmesine lakin ölümden dönmüştü. Uzun zaman boyun kasları zedelendiği için boyunluk takarak dolaştı.

Alkol ve keyif verici maddelerden kendini bir türlü kurtaramadı. Hayli tedavi gördü, nafile fayda bulmadı. Sakin zamanında bir yolunu bulup söylediğimizde, 'Kötü insandan iyidir' deyip geçiştirirdi. Aile düzeni yoktu. Bohem bir yaşam içindeydi. Berduş denilse de mahallenin namusu sayılırdı. Mahallenin ara sokaklarında kimse öyle başıboş gezemezdi.

Ali'yi uzun zamandır görmemiştim. Hep yalnızdı. Bir gün Harran Kapı Aile Mezarlığının orda ona rastladım. 'Ali kardeş' deyip hal hatırını sormaya yeltenirken; etraftan 'aman yaklaşma tehlikelidir,' seslerini umursamadım. Selam verdim ise de kuşku ve şüpheler benim ona karşı daha dikkatli davranmama neden oldu.

Selamımı aldı, şahadet parmağını şakağının yakınında havada pergel misali birkaç kez turladıktan sonra bastırdı. Zihnen sefil, perişan bir halde olduğu her halinden belliydi. Ancak cevapları ve konuşmaları fazlasıyla düşündürücüydü. 'Aleyküme selam' deyip benimle tokalaştı. Nasılsın hocam?' diye çok nazikane sordu.

Delicesine bakan gözlerini gözlerime kilitleyip hemen konuya girdi. 'Çevreden sana ona yaklaşma delidir, sözleri kulağıma kadar geldi. Senin insanlığını ölçüp, gelip gelmeyeceğini kendimce yorumlarken sen geldin. Seni ilk önce tanıyamadım.' Dedi sonra hafif ama zoraki bir gülümsemeyle birlikte 'Ah o günler' deyip hayıflandı. Kahvedeki muhabbeti, oyunlardan keyif almaları, sinema birlikteliğindeki heyecan, geçen günleri başını sallayarak sitayişle andı. Ben onu dinledim. Konuştukça rahatlar bir hali vardı.

Sonra aniden bana bakmayarak konuşmaya başladı; 'işte beni bu insanlar bu hale getirdi. Şimdi de bana 'deli' diyorlar. Ben yıllardır bir insanla muhabbette hasretim. Vebalı gibi insanlar benden yüz çeviriyor. Bu bitmiş tükenmiş halimden bile korkuyorlar.'

İlkokuldan terkti, dinleyerek dersini almıştı. Benimle vedalaşırken sanki sonsuz yolculuğa çıkacak bir hali vardı. Gözleri dolu doluydu. Ayrılırken 'Tükendi nakti ömrüm dilde ah! bir sermayem kaldı.' Bir gazelden alıntı yaptığı bu söz onun son sözleri oldu.

Not; yazı kısaltıldı.