Anılar ki bazen bir hançer gibi sızlatır böğrümüzü, Bazen ister istemez tebessüm ettirir, bazen duygulandırır, Düşündürür. Biliyorum hepinizin böyle anıları vardır. Anıları hatırlamak paylaşmak kadar bir mutluluk yok sanırım.
Zaman kurumayan bir nehir, akıyor durmadan akıp gidiyor. Durdurmak olanaksız. Ömrümüz de işte böyle… Ne durdurma şansımız, ne mola vermek gibi bir halimiz var. Son hız ilerliyoruz. Ne tutunacak bir dal, ne kucaklanıp tutulacak bir kaya var. Yürümek, koşmak denilmez buna alenen kayıyoruz, Frensiz bir arabanın başıboş iniş aşağı gitmesi gibi…
Daha dün gibiydi ilkokul beşinci sınıfta öğretmen olabilmek için köy okullarından öğrenci alınacağını duydum. Bende hep öğretmen olmak istemiştim. Ailem bu işleri çok bilmezdi. Ama nasıl olduysa bunu yapmak istedim.
Köyde bizim hem kirvemiz, hem ortağımız olan bir zat vardı. Ona misafir gittim. Beni köy okuluna kayıt etsin ki öğretmen okulu sınavlarına girebileyim. Kirvem beni alıp öğretmenin yanına götürdü. Öğretmen okulun yanındaki sekide oturmuş küçük bir radyodan spor karşılaşmasını dinliyordu.
Çok bizimle ilgilenmedi. 'hayır, ben köy çocuklarının hakkını on, on beş gün köyde okuyacak olan bir çocuğa kaptırmam.' Bir şeyler söyledi.
Kirvem elimden tutup beni tekrar eve getirdi. Sabahı köy postası ile şehre geri gönderdi. O gün içinde hayvanların buğday çuvalların, kadınların, yaşlı ihtiyarların olduğu kamyonun kasasında büyük bir sıkıntı içinde şehre döndüm.
İlkokulu şehirde bitirdim. Aslında ilkokula çoğu çocuklar gibi bende korkudan gidiyordum. Çünkü okula gitmeyen çocukların bir iki gün sonra polis kapılarına giderdi. Şimdi kimsenin umurunda değil. O zaman bir makam mevkiden ziyade okuryazar olmaktı.
Mahallemizde ki birkaç öğrenci gibi bende İmam Hatip Okuluna yazıldım. İki elin on parmağı kadar başladığımız İmam Hatip Okulundan topu topuna beş kişi kalmıştık. Herkesin ekmek parası için tan ağaranda yollara düştüğü bir kenar mahallede bu bile büyük bir rakamdı. Çünkü kör boğaz her şeyden önce geliyordu.
Babam benim imam olmamı istiyordu. Annem 'bunu gönder komşu çocukları gibi bir tamirciye gitsin' dedi ise de, Babam benim İmam Hatibe gönderip kayıt ettirdi. Mahalle çocukları ile gidip geliyordum. Çok serencamlıydı okul okumak. Her şeyden önce şehirli ve köylü(Kürt ) ayırımı bizi ayrıştırmıştı. Hala o günleri takılmalarla sürdürüyoruz.
Bu arada okulda başarılı olmak için medreseden Arapça ve Kur'an dersleri alıyordum. Okulumuz dört yıldı bir yıl da Arapça dersinden başarısızlığımdan okulu beş yılda tamamladım ve imamlıktan vazgeçip ilimizde henüz yeni açılmış olan ve büyük bir rağbet gören ticaret lisesine geçtim. Hem ortaokulda hem Ticaret Lisesine şapkayla gidiyorduk. Sonraları kalktı ne zaman doğrusu hatırlamıyorum.
Ticaret lisesini bitirdim. Ticaret lisesinde öğrendiğim daktilo ile Urfa noterinde kendime iş buldum. Aradan iki yıl geçtikten sonra Ticaret Turizm Yüksek öğretmen okulunu kazandım ve okula devam ettim. Ancak okulun o günkü zor koşullar altında üçüncü yılda bırakmak zorunda kaldım. İlimizde açılan Eğitim enstitüsüne devam edip öğretmen oldum.
Çok ilginçtir 1965 yılında öğrenci olarak bindiğim köy postasına bu kez 1979 yılında öğretmen olarak yine aynı minval bir 'Köy postası' denilen üstü yarısına kadar brandalı bir kamyonla atandığım köye gittim. İnek, eşek ve birkaç koyunla birlikte…
Bakınız şu kadere, şu tesadüfe, şu tevafuk olaya bakın. İlkokul beşinci sınıf1ta benim öğretmen olmamı engelleyen öğretmenin sanki inadına on üç yıl sonra öğretmen oldum. Tabi benim farklı amaçlarım vardı. Ama onları çeşitli nedenlerden dolayı engellendi.
Gazeteci olmak istemiştim. Çünkü daha lise de ulusal anlamda muhabirlik ve çeşitli dergilerde ve gazetelerde yazılar yazıyordum. Bunu okulla buluşturmak istiyordum. Olmadı! Sonra gazeteciliğe alaylı olarak devam ettim. İçimde ukde kalmadı. Belki gazetecilik kimliğinden bir fayda bulmadım ama benim derdim kendimi tanımak, yazıyla haşir neşir olmaktı.
Her ne kadar cüzi irademle, duyduklarımla, bir çaba içine girdimse de kader seni bir yerlere ister istemez sürüklemektedir. Doğduğun yer elbette önemli, ancak doyduğun yer senin kaderinin yankılandığı yerdir. Çünkü oranın havasına, güneşine, toprağına, suyuna minnet borcun var. İşte kader senin kendini tanıdığın yerdir.