Bugün yaptığım gezintide sizlerin de merakla okuyacağınız bir şeyleri paylaşmak istedim. Medresede 'adalet' çeşitli yakıştırmalarla bir ders gibi öğretilirdi bizlere. İç içe yaşadığımız halkların söylemi toplumsal bir öneme haizdir. 'Adalet olunca yiğitliğe gerek kalmaz.' Adalet öyle çok sevilir ki her ailede cinsiyetlerine bakılmaksızın ismi olarak verilir. Sıfat olarak kullanılan 'Adl' kelimesinden türemiştir. Adalet, Adle, Adil, Adul. isimler fazlasıyla önemlidir. Ancak yine de önemli olan adaletin yerini bulmasıdır.

Adalet, 'davranış ve hükümde doğru olmak, hakka göre hüküm vermek, eşit olmak, eşit kılmak gibi manalara gelen bir mastar-isimdir. Yine aynı kökten 'orta yol, istikamet, eş, benzer, misil, bir şeyin karşılığı' gibi manalarına gelir. İsimler verilerek söylenmesi kimileri için bir şey ifade etmeyebilir. Ama yargı dilinde kullanılan adalet gibi hak ve hukuk insan yaşamının mantalitesidir. Hukukun anlamı şeriatın kendisinin ifadesidir. İlla 'şeriat' demek gerekmez. Yeter ki uygulamada yanlışlıklar ve kasıtlar yapılmasın.

Önemli bir şey paylaşmak istiyorum. Adalet suçluların sizin ruhunuzu tatmin edecek ceza almaları demek değildir. Adalet sanıkların adil bir şekilde yargılanmasıdır. Adil ceza almalarıdır. Biz ceza evlerinde nice suçsuz yatmış ve hala yatmakta olan kimseleri biliyoruz. Adalet herkes için olduğu gibi adalet, adalet için olmalıdır. Çünkü bunun sıkıntısını çeken ben dahi çok insan biliyorum. Hz Ali'nin 'adaleti olmayan devlet dinsizdir' ders almak için fazla söze gerek yok sanırım. Adil bir gayri Müslim devleti zalim bir Müslüman devletinden daha iyidir. 'Adaletle hükmetmeyenler kafirlerin ta kendisidir.' .' Maide 5/44 Bunun üstüne daha söz söylemeye yazmamıza gerek yok sanırım.

Adaletten konu açılmışken kısada olsa bir paylaşım daha yapmak istiyorum. Adalet, bir amirin, bir hakimin, memleketi idare için koyduğu kanun, kaide, çizdiği sınırları içinde hareket etmesidir. Kendi mülkünde ikamet edeni, yaşayanı kabul etmektir. Ona layıkıyla değer vermektir. Zulüm ise, bu kanunun, bu hududun, bu dairenin dışına çıkmasıdır. Başkasının malına, mülküne, özgürlüklere, insan haklarına saldırıdır, gasp ve tecavüzdür.

Adalet, Alim, Ahmak, üçü bir araya gelince birbirlerini sorur sual ederler. Adalet der ki hak ve hukuka uygunluk; hak ve hukuku gözetme ve yerine getirme; doğruluğu anlatma, insanlar arasında eşitliği sağlama, hakkı haklı olana vermek için ben varım. Ben olmasam dünya dengesinde durmaz. İnsanlar arasında 'düzen, denge, eşitlik, gerçeğe uygun hükmetme, doğru yolu izleme, dürüstlük, tarafsızlık' gibi olması gereken her yerde benim adım kullanılır.

Alim sözcüğüne gelirsek; kısaca alim ilim sahibi kimsedir. İmam gazali derki; 'cahillerle tartışmayın, çünkü ben hiç galip gelmedim.' Alim, söze başladı ve kısaca; 'Söz biliyorsan söyle, ibret alsınlar, bilmiyorsan söyleme, seni adam sansınlar.'

Ahmak kabul etmese de biz söyleyelim. 'Ahmaklık ilacı olmayan bir hastalıktır.' Aklını gerektiği biçimde kullanma yeteneği olmayan, zekası gelişmemiş, bön, budala kimselere denir. Cahiller kişilerde bu kelimeden nasibini alırlar. Ayrıca küçümseme, azarlama olarak da söylenir. Mesela 'ahmakıslatan yağmur' deyimi onlar için söylenir. Ahmak söze girdi; 'bu adalette neymiş bu kadar kendini övmekte… Nedir, neye yarar yenilir mi içilir mi? Yoksa bu yağmurda ıslanmak gibi bir şey mi? Ben söylediklerinden bir şey anlamış değilim.' Adalet der ki; 'ben bu kadar anlattıklarımın bir şey anlamaman normal. Çünkü ben sadece anlayanların anlaması için anlatıyorum. Deyince ahmak kalktı ayağa 'ben aranıza nerden düştüm. Biriniz 'adalet' biriniz 'alim' benim sizinle ne işim olabilir. Memlekette bu kadar ahmak, aptal, cahil varken bula bula uslandıracak beni mi buldunuz, ben halimden razıyım. Bu memleketin savıcısı var, hakimi var onların kararlarına saygı duyarım.' Adalette, alim de ahmağın bu sözlerine şaşırıp kaldılar.

Tarihten bir sayfa açayım da adaletin nasıl tecelli ettiğini keşke bizde ülkemizde bunu görebilsek ne kadar mutlu olurduk. 1750 yılında Prusya Kralı Frederick, Berlin yakınlarında bir saray yaptırmak ister. Ancak saray yaptırmak istediği alanın içinde küçük bir değirmen vardır. Değirmeni sahibinden satın almak ister. Sahibi değirmeni satmak istemez. Çok para önerilse de kabul etmez. Bunun üzerine Kral Frederick değirmenciyi huzuruna çağırır. Satmamak için değirmenci Kral Frederick, 'Sen benim kral olduğumu unutuyorsun. Eğer satmazsan burayı zorla alırım' der.

Değirmencinin şu sözü tarihe not düşmüştür: 'Evet, siz kralsınız, zorla alabilirsiniz ama Berlin'de de yargıçlar var.'Bu sözler üzerine Kral, köylü bir değirmencinin ülkesinin yargısına duyduğu güven karşısında saygıyla isteminden vazgeçer. Değirmene dokunmaz. Saray yapılır ama değirmen yerinde kalır. Saraya da değirmencinin adı olan 'Sans Souci Sarayı' adı verilir. Bu değirmen günümüzde hala varlığını sürdürmektedir. Bu olay adalete duyulan güvenin çarpıcı bir örneğidir.