"Dünya bir sanattır, Fotoğrafçı ise sadece tanığı." (Yann Arthus-Bertrand)

Fotoğrafın serüveni 1700'lü yıllarda Alman Profesör Johann Heinrich Schulze tarafından, gümüş nitratların güneş ışığından etkilenerek karardığını keşfetmesiyle başladı. Daha sonra birçok bilim insanı biri diğerinin bulduğu keşfin üzerine eklemeler yaparak bugün ki halini almıştır. Günümüzde ise fotoğraf çekimi hızlanmış, dijital fotoğraf makineleri ve akıllı telefonlar ile birlikte artık herkes nerdeyse birer fotoğrafçı olmaya başlamıştır. 

Osmanlıda dini nedenler resim sanatına sıcak bakılmasını engellemiştir. Fatih daha erken dönemlerde resmini yaptırmışken sonraki dönemlerde padişahlar resimlerini yaptırmaktan çekinmişlerdir. II. Abdülhamit'in zengin bir fotoğraf arşivinin olduğunu biliyoruz. Genel olarak resim için gösterilen soğukluk, ne yazık ki fotoğraf için de söz konusu olmuştur. 

Bu durum için Yahya Kemal Beyatlı ,"Resimsizlik yüzünden cedlerimizin yüzünü göremiyoruz. Ah bu ne fecî hicrandır! Eski şehirlerimizi göremiyoruz; yanmış yahut yıkılmış nice binalarımızı göremiyoruz; eski kıyafetlerimizi göremiyoruz; o kıyafetlerin arasında, yavaş yavaş nasıl tekâmül ettiklerini anlayamıyoruz; vatanı kurduğumuz eski seferlerimizi, eski meydan muhârebelerimizi, bu muharebeleri başaran şerefli ordularımızı göremiyoruz. Ah, ah… Resimsizlik yüzünden daha neleri göremiyoruz." Şeklinde serzenişini dile getirmektedir.

"Urfanın Orhan Pamuk'u" Mehmet Kurdoğlu'ndan fotoğraf istenmiş midir bilmem ama eskiden edebiyatçıların birbirlerinden istediği üç önemli şey vardı: Kitap, mektup ve fotoğraf

Mesela Süleyman Nazif, Tevfik Fikret'ten fotoğraf istemiş,  almış olduğu mektup ve fotoğraf karşısında sevincini dile getirir. "Mektubunla resmi bayramın birinci günü aldım ve seni ve Halûk'u görmüş kadar sevindim. Bu sevincimi hiç unutmayacağım. Ne olur kurban bayramında da sizden böyle bir yadigâr alsam."

Fotoğraf ülkemizde yakın zamana kadar ancak fotoğraf stüdyolarında çekilebiliyordu. Akla daha çok da portre fotoğrafı geliyordu. Bu arada resmi evrak ve belgelerde kullanıldığı için  "vesikalık" olarak adlandırılmıştır. Bu fotoğraflarda doğal olarak yüzdeki pürüzler ve çukurlar da çıkardı. Bunlar negatifler üzerinde uzun ve özenli bir çalışmayla kalemle kapatılırdı. Bu işe de rötuş denirdi.

Yunanca'da anlamı "ışık ile yazı yazmak" olan fotoğraf, arkasında güzel bir iz bırakmak  ve varlığını muhafaza etmek isteyen insanoğlunun en çok kullandığı sanat ürünüdür

Fotoğraf makinesinin ilk yıllarında fotoğraf mutlu anları hatırlamak için değil, insanların nasıl göründüğü ve statülerini belgelemek için çekilirdi. İnsanların kıyafeti, oturuş şekli, dekor olarak kullanılan objeler ve aksesuarlar zamanın özelliklerini anlattığı için eski fotoğraflar birer "belge fotoğraf" olarak kullanılır.Fotoğrafın doğallığından ziyade ciddiliği önemliydi. Günümüzde kimse mutsuz olduğu anı sonsuza kadar saklamak istemediğinden poz verirken zoraki de olsa gülümsemeye çalışmaktadır.

Bazıları fotoğrafçılığı hobi olarak yaparken bazıları ise bu işten para kazanmak için yapmaktadır. Elbette hobi olarak seçtiği fotoğrafçılıktın bir şekilde para kazanmanın yolunu bulanlarda olmuştur.

Fotoğraflar geçmişin tanıklarıdır. Fotoğrafı çekilmemişse çocuğumuzun ilk gülüşünü ve ya ilk adımını hatırlamamız çok zordur. Bazen yıllar önce bu dünyadan göçüp gitmiş birisi gülümser bize albüm sayfasını çevirdiğimizde.

Che Guevara'nın beresi, dağınık saçları ve bakışlarının mükemmel bir orantıyla yakalandığı  fotoğraf dünya'da en çok kullanılan tişört, poster ve dövme motifidir. Bende yüzündeki karmaşık duygularının sebebini fotoğrafı çeken Alberto Korda'nın belgeselinden öğrendim, meğerse fotoğraf bir cenaze töreninde çekilmiş.

Fotoğraf makinesi, bir bakıştaki heyecanı dondurup çerçeveler. Geçip giden anlar, fotoğraf sayesinde kalıcı bir anıya dönüşür. Fotoğraf, bir bakarsınız belleği olan aynaya dönüşür. Fotoğrafçının sadece bir kaç salisede görüp yakaladığı o ana, biz bazen saatlerce bakarız.

 Fotoğraf o kadar güçlü bir iletişim aracıdır ki, bazen tek bir kare temel bir yargıyı kökten değiştirir ya da yıllar boyunca inşa edilmiş bir itibarı yerle bir edebilir.

Bazı felaketlerin çarpıcı bir fotoğrafı yoksa yaşanmakta olduğunu idrak etmemekte direnir "dünyanın geri kalanı".  Örneğin Kevin Carter'a 1994 Pulitzer Ödülü'nü getiren "Akbaba ve Çocuk" fotoğrafını görmeden Sudan'da açlık olduğunun farkedilememesi gibi. "Ruhumun ruhu" diye torunu Rimi'ye sarılan  dedenin fotoğrafı Gazze'deki vahşeti ortaya koymaya yetmez mi?
 
Peki Neden fotoğraf çekeriz? Bu kişiden kişiye göre değişir. Fotoğraflarını beğendiğim Nuray Beyaz'a sordum "neden diye?" o da "Anı ölümsüzleştiriyorum hatta bazen dijital hatıra defteri gibi kullanıyorum. Örneğin paylaştığım kahve fotoğrafına baktığımda o gün kiminle içtiğimi o anki duygularımı anımsamak beni mutlu ediyor" dedi.

Muhteşem doğa fotoğrafları çeken "Seyyah avukat" Muhammed Doğan kardeşime sorsam belki oda farklı gerekçeler ileri sürecekti.Bu işin piri A.Rezzak Elçi'nin bu soruya vereceği cevap eminim dört köşeyi doldururdu. Şanlıurfa Barosunun Ödüllü fotoğraf sanatçısı meslektaşım Büşra Gök'e sormam. Çünkü onun fotoğrafları için yorum yaptığımda "üstad, bari bu konudan anlama" demişti. Bilmiyor ki fotoğraf çekmeyerek birinciliği ona bırakmıştım(!) Urfalı genelde birbirini pek çekemez, sen bize bakma seni çekemeyenlere inat fotoğraf çekmeye devam et.

Neden fotoğraf çekeriz? Sorusuna bence en güzel cevabı Susan Sontag,"Fotoğraf üzerine" adlı eserinde veriyor: İNSAN ÖNEM VERDİĞİ ŞEYİN FOTOĞRAFINI ÇEKER."