Ölüm: Ruhun gurbetten sılaya uçmasıdır.  Ölüme, bazen dünyayı değiştirmek de denir. Ahirete yolculuk, berzaha açılan kabir kapısıyla başlar. Kabir ya cennet bahçelerinden bir bahçe veya cehennem çukurlarından bir çukurdur.  Ümidimiz onların kabirlerinin cennet bahçelerinden bir bahçe olmasıdır. Sılaya duyulan hasret,  insanı gurbetten kendine çeker.

 Misafir olarak gittiğiniz saray da olsa; siz yine de kendi yıkık viranenize hasret çekmez misiniz?  İşte ervah aleminden dünyaya gelen bizim ruhumuz da gurbette de kaldığı ömür kadar asli mekanına o kadar hasret çeker. Eflatun da onu "Hayat bir mahkûmiyete benziyor. Bu durumda bedenlerimizin nasıl birer hapishane olduğunu bilemeyiz. Ölüm öyle bir kurtuluş ki! Bu hapishaneden kaçmaya benziyor. Yapabileceğim en güzel benzetme bu." diyerek ifade eder.Bütün günler ölüme gider, son gün ölüme ulaşırız. Ölümle işte bu hasret son bulur.
      
İşte ölüm; böyle güzel bir yolculuğa çıkmak için sefer valizlerimizi hazırlamaktır. Ameli ve fiilleri güzel olanların valizlerini hazırlamaları çok uzun sürmez. Onlar bu sefere bayrama gider gibi güle oynaya çıkarlar ama arkalarında ağlayanları hüzün içinde bırakarak giderler bu dönülmez sefere.

İnsan gidenin geri gelmesini bekler, arzu eder. Çünkü zordur baş etmek yalnızlık duygusuyla, onsuzlukla. Onlar yokluklarıyla değil de onlarla bizim aramızda söylenmeden kalan sözler yüzünden keder verirler asıl.

 "Daha çok sevdiğimi söyleseydim, daha çok vakit geçirseydim" deriz durmadan. Tekrar çıkıp gelecekmiş gibi hisseder ama nafiledir, şairin dediği gibi " bir çok gidenin her biri memnun ki yerinden, bir çok seneler geçti; dönen yok seferinden" . "Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol; Sallanmaz o kalkışta ne mendil, ne de bir kol." Çünkü el sallamak demek, seni burada bekliyorum, döndüğünde beni burada bulacaksın demektir. Bu nedenle sessiz geminin ardından el sallanmaz. Giden gitmiştir sessizce. Artık gidenin gelmeyeceği anlaşıldığında insanın nefesi kesilir, incir reçeli filminin bir yerinde dendiği gibi "öyle bir gidersin ki insanın nefes alışı bile yarım kalır".

Ölüm haberini vermek. Türkçede "ölmek" eylemi olmasına karşın, dilimiz varmaz bu acı gerçeği dile getirmeye. Kalanlar söyleyecek söz arar, genellikle de dolaylı anlatıma başvurur.
 
Gidenler hep geri dönecekmiş gibi gelir. İnsan, bir yakını ya da sevdiği bir kimsenin dönüşü olmayan bir yola gittiğine inanamaz bir türlü. Bundan dolayı ölüm haberini "... kaybettik" sözüyle verir. Kaybetme sözünde, aslında bulunacak, yeniden ortaya çıkacak umudu yatar. Doktorlar da kullanmaktan kaçınır, ölüm haberini bunun yerine "Ex oldu" ile bildirir. 

'Öldü' haberini vermeye dili varmayan insanlar, bu kavramı 'Yitirdik, kaybettik' ile birlikte, 'Aramızdan ayrıldı', 'Rahmetli oldu', 'Vefat etti' gibi sözlerle de anlatabilmektedir. Bektaşi kültüründe de 'Öldü' yerine 'Gözümüzden gönlümüze aktı' denir.

Bir tanıdığının öldüğünden haberi olmayan bir kişi, yakınlarına ölen kişinin durumunu sorduğunda, sorana ömür dilenerek ölüm haberi verilir, ( - Dayın nasıl? - Sizlere ömür)

Bazen de 'ölmek' eyleminin yerini 'göçüp gitmek' alır: Sevdiklerim göçüp gidiyorlar birer birer / Ay geçmiyor ki almayayım gamlı bir haber (Yahya Kemal Beyatlı) Karacaoğlan der ki konup göçersin / Ecel şerbetini bir gün içersin. Yine Neşet Ertaş, "Bana öldü demeyin, yoruldu, gitti deyin" demedi mi?

Gerçeği değiştirmese farklı bir sözcükle dile getirmek acımızı hafifletir sanki. Kişi doğunca ilk önce ad konur ve ölünce de önce adı alınır kefenlenip tabuta konmuş, gömülmeye hazırlanmış kişi için artık isim kullanılmaz artık o 'cen?ze'dir.(-Hemen Cenazeyi hangi camiden kaldıracaklar? Diye sorarlar)

Her insanın içine girdiği o tahtadan uzun kutuya bizler de bir gün binip adresi belli olan yerlerimize ulaştırılacağız. 
Necip Fazıl'ın: ''Tahtadan yapılmış bir uzun kutu, Baş tarafı geniş, ayakucu dar. Çakanlar bilir ki bu boş tabutu Yarın kendileri dolduracaklar.'' dizelerinden de anlaşıldığı gibi kim olursak olalım ölüm herkesin kapısını çalacaktır. 

Bu kaçınılmaz sonu ne güzel ifade etmiş Cahit Sıtkı: 
''N'eylersin ölüm herkesin başında 
Uyudun uyanamadın olacak 
Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında? 
Bir namazlık saltanatın olacak 
Taht misali o musalla taşında.''

İmam bile, cenaze namazında cemaate "Merhumu ya da merhumeyi nasıl tanırsınız?" diye sorar, 'ölmüş erkek, ölmüş kadın ya da ölüyü' demekten kaçınır. Ancak cansız varlıklar söz konusu olduğunda  açıkça ve rahatça 'zaman öldürüyorum" denir mesela. 

 Sanki sadece "Ah Ulan Rıza" şiirinde kolayca söylenmiştir;

"Öğlen kahvede söylediler
"Rıza öldü", dediler
Ne kolay söylediler"
Ah dostum
O kocaman gövdene
O beyaz kefeni nasıl kıyıp giydirdiler?
O zalim tabutun tahtalarını
Senin üstüne nasıl böyle çivilediler?
(Yusuf Hayaloğlu)

Hepimiz ölecek yaştayız bu nedenle Cahit Sıtkı'nın vasiyet gibi dizeleriyle bitiriyorum yazımı;

"… Şayet ölürsem,
 Helalleşmeye vakit kalmadan,
 Hatırdan çıkarmayın beni; 
Dünyaya benden selam olsun,
Her nefes alıp verişiniz.''