YAZMAK…

Abone Ol

Yazmak, eli kalem tutan insanların vazgeçmediği bir eylem… Yazmasını bilelim, bilmeyelim yazıdan az çok anlayan herkes, her konuda dilediği şekilde yazıp-çiziyor ve bu hakkı kendisinde buluyor maalesef. Özellikle teknolojinin gelişmesi ve ucuzlamasıyla birlikte, hayatımıza giren günlük yerel gazeteler ve internet gazeteciliği sayesinde, hemen herkes yazar olup karşımıza çıkmış durumda. Bu durum hem bir nimet, hem de yazma eylemi noktasında bir facia (!) maalesef.

Oysa yazmak öyle sıradan bir şey değil, bilakis büyük sorumluluk gerektiren bir eylem. Böyle olduğu için de bu konuda, bir dizi kurallar konmuş. Bunların en başında dilbilgisi kuralları geliyor. Öte yandan, yeteri kadar bilgi; en azından yazacağı konu hakkında bilgi sahibi olması gerekiyor yazarın. Dilbilgisini yerli yerinde kullanmasını bilmek ve yeterli birikime sahip olmak, bir yerde insanın yazma dürtüsünü de devreye sokuyor. Ancak, bunlardan daha önemlisi topluma karşı sorumluluk ve yazmanın gerektirdiği etik kurallara bakınca da yazmanın aslında hiç de öyle sıradan bir eylem olmadığı karşımıza çıkıyor… Bu ise başlı başına bir mevzuu… Bu konuyu şimdilik geçiyorum.

Yazmak kaçınılmaz bir eylemdir. Sırf zevk için yazanlar olduğu gibi, bir zorunluluk olarak yazanlar da var. Bunun yanında yazma eylemini, bir tür savunma mekanizması gibi gören yazarlar da yok değil. Her halükarda yazmak, vazgeçilmeyen bir eylem olarak insanın hayatında önemli bir yer işgal ediyor. Çünkü insanın kendini ifade edebildiği, varlığını müdahalesiz ortaya koyabildiği tek alandır yazmak…

Evet, yazmak var olmak meselesidir. İnsanın yeryüzünde 'ben de varım' dediği ve varlığını bu eylemle öne sürdüğü bir savaş halidir, yazmak. Kendisini, inancını, bütün benliğini konuşturduğu tek eylem biçimidir. Karşısında hiçbir düşmanın olmadığı, gücünü gösterebileceği bir ordunun olmadığı tek savaş biçimi. Eğer bu durum söz konusu olsaydı, en azından gücünü test edebileceği bir sınav da ortaya çıkmış olacaktı. Ancak, buradaki savaşım biçimi, sadece yazarın kendi kendisiyledir ve kendi nefsine karşıdır. Bu durumda ise, ikna edebileceği, yenebileceği, gücünü test edebileceği düşmandan yoksundur yazar. Bu yüzden, yazmak eylemi öyle sıradan bir eylem değildir. Çünkü insanın tek söz geçiremediği, ikna edemediği yine kendi varlığıdır. Kendi kişiliğidir.

Kendi nefsine kişiliğine karşı söz geçiremeyen insan, aynı zamanda derdi olan kişidir. Bu açıdan bakıldığında, yazmanın büyük bir sorumluluk olduğu ortaya çıkıyor. Bununla birlikte, esasında yazanı/yazarı bir yerde bağladığı/bağlayacağı anlamına geliyor. Ki bu, bırakın görüşleri, kelimeleri, virgül, nokta gibi dilbilgisi kurallarını bile daha çok dikkatli kullanmayı gerektirecek kadar bağlayıcı öneme haizdir.

Evet, yazmak varolmak meselesidir. Çünkü mesele kelimeleri, cümleleri yana yana, üst üste koymak meselesi değildir. Bundan öte anlamlar içeriyor yazmak meselesi. Ve bu yüzden yazmak, bir sorumluluk gereği olarak herkesin yapabileceği bir eylem değil, tam tersi yazarken daha dikkatli olunmasını ve ahlaki erdemleri göz önüne alınması gerektiğini salık veriyor.

Çünkü yazar, topluma karşı ve her şeyden evvel kendine karşı sorunludur. Bunun gereği olarak yazma eylemini ortaya koymak durumundadır.