|
|||
![]() |
URFA’NIN UNUTTUĞU BÜYÜK HATTAT BEHÇET ARABÎ | ||
Mehmet SARMIŞ | |||
mehmetsarmis@gmail.com | |||
Behçet Arabî, Urfa'nın önemli bir değeri. Hat sanatının Urfa'daki en önemli ismi. Son zamanlarda başladığım "Eski Urfa yürüyüşlerim" çerçevesinde Harrankapı Mezarlığında yatan önemli isimlerin kabirlerini ziyaret ederken hedeflerimden biri de Behçet Arabî idi. Kabrin hali o büyük sanatkâra yakışmıyor. Ortada, öylesine, sıradan… Yazılar silik olduğu için, dikkatli bakmayınca ona ait olduğunu anlamak bile zor. Öyle şatafatlı bir şey olması şart değil, ama en azından ziyaret edenlerin kolayca bulabileceği, etrafı korunaklı, yatan hattat olduğu için üzerinde güzel bir hat örneği olan, bir tarafında yatanın kim olduğunu gösteren bilgilendirici bir levhanın bulunduğu bir kabir olmalı değil mi? Bu konuyla ilgili olarak hafta sonu sosyal medyada bir paylaşım yaptım. Kısa zamanda yoğun bir ilgi gördü ve arkasından güzel gelişmeler oldu. Urfalı Genç hattat Seyyit İsmail Özbek, "Ben gereğini yapacağım." dedi. "Tarih ve Kültür Şehri Urfa" Grubundan bir arkadaş, grup üyeleri olarak biz yapalım dedi. Derken Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreter Yardımcısı Selami Yıldız, devreye girip "Konuyu Mezarlıklar Müdürümüze ilettim, gereği yapılacak." diye yazdı. Hemen peşinden Mezarlıklar Şube Müdürü Mustafa Özdemir aradı, pazartesi günü mezarlığı ziyaret edeceğini ve ne gerekiyorsa yapılacağını söyledi. Hattat İsmail Özbek ile iletişimlerini sağladım. Behçet Arabî'nin ailesi ile de beraber hareket edecekler. İnşallah ortaya güzel bir şey çıkacak. Bu arada yine kimsenin pek bilmediği bir bilgi vereyim; Büyük ustanın adı İl milli Eğitim Müdürlüğümüz tarafından 2014 yılında açılan Haliliye İlçesi İpekyol Mahallesindeki bir okula verildi: "Behçet Arabî imam Hatip Ortaokulu". Bu vesile okul müdürü Ahmet Ergün'ü de arayıp konuştum. Birkaç öğretmenle beraber, okulun adının sahibi Behçet Arabî'nin kabrini ziyaret etmelerinin güzel olacağını söyledim. Okulda onu tanıtan bir köşe oluşturulmasını, eserlerinden örneklerin okulun değişik yerlerine asılmasını önerdim. Zaten varmış, daha da geliştireceklerini söyledi. Memnun kaldı. Okullar yüzyüze eğitime başlayınca onu öğrencilere tanıtmak için çeşitli etkinlikler yapılması, eserlerinden oluşan bir sergi açılması gibi konularda da anlaştık. Konuyu bazı başka arkadaşların da gündemine taşıdım; onlar da bu konuda değişik faaliyetler yapılabileceğini söylediler. Bir bilgi daha: A. Cihat Kürkçüoğlu hocamızın onun için hazırlamış olduğu "Urfalı Hattat Behçet Arabî" adlı bir kitap "Şanlıurfa'nın Düşman İşgalinden Kurtuluşunun 77. Yıldönümüne Armağan" olarak 1997 yılında "Şanlıurfa Belediyesi Kültür ve Eğitim Yayınları" arasında çıkmış. ŞURKAV (Şanlıurfa İli Kültür Eğitim Sanat ve Araştırma Vakfı) iki defa ödüllü "Behçet Arabî Hat Yarışması" düzenlemiş. Yine Hararn Üniversitesi İlahiyat Fakültesinden Doç. Dr. Ömer Sabuncu Hocamız, Behçet Arabî ile ilgili makale ve bildiri hazırlamış. Bundan sonrası için de güzel projeler hazırlama aşamasında olduğunu öğrendim. Bütün bunlara rağmen, bu süreç bana büyük hattat Behçet Arabî'nin, küçük bir grup dışında Urfalılarca pek tanınmadığını göstermiş oldu. Behçet Arabî, 1893 yılında Urfa'nın Kalaboynu Mahallesinde doğdu, 1965 yılında vefat etti. Peygamber Efendimizin sancaktarı Ebu Eyyup el-Ensarî'nin soyundan olan ailesi 400 yıl önce Arabistan'dan gelip Urfa'ya yerleşmiş. Soyadı Kanunu çıkınca "Görgün" soyadını alan ailesi "Arâbizâdeler" lakabıyla biliniyor. Kendisi babası Hamid Efendinin tek evladı. Hat sanatındaki yeteneği küçük yaşta keşfedilmiş. Yetişmesinde en önemli hocası devrinde "Lobud Ahmet" diye meşhur Hattat Ahmet Vefik Efendi olup icazetini de ondan almıştır. İmla hocası ise Abdulvahap Efendidir. Behçet Efendi 17 yaşında evlendi. 24 yaşında ve üç çocuk sahibi iken Birinci Dünya Savaşı çıkınca askere alındı. 5,5 yıl süren askerliğinin tamamını, "Medine Müdâfii" ve "Çöl Kaplanı" lakapları ile tanınan Fahreddîn Paşa'nın emri altında geçirmiştir. Yazıdaki mahareti dolayısıyla onun tarafından fırka katipliği görevine getirilmiş, bu arada hat çalışmalarına da devam etmiştir. Medine'de birçok yere yazmakla beraber en önemlisi Büyük Urfalı Şairimiz Nâbi'nin, "Sakın terk-i edebten kûy-ı mahbub-ı Hüdâdır bu/ Nazargâh-ı ilâhidir makam-ı Mustafadır bu" beyti ile başlayan ünlü kasidesini Peygamber Efendimizin makamına yazmış olmasıdır. (Maalesef sonraki yıllarda Mescid-i Nebevî'deki tadilatlar sırasında bu güzel eser silinmiştir.) Bundan dolayı kendisine hatıra olarak, Ravza-i Mutahhara'da muhafaza edilmekte olan Sakal-ı Şerîf'ten bir örnek hediye edilmiştir. Medine'nin teslimi ve ordunun terhisi üzerine memleketine döndükten sonra bu kutsal emâneti Kamberiye Mahallesindeki "Peygamberler Camii (Circis Peygamber Camii)ne hediye etmiş olup o günden beri de orada muhafaza edilmekte ve her yıl Ramazan Ayının Kadir Gecesine denk gelen gününde ziyarete açılmaktadır. Urfa'ya geldikten sonra bir süre bazı okullarda hüsn-i hat dersleri veren Behçet Arabî, Harf İnkılabından sonra işsiz kalınca Tekel İdâresi'nde memuriyete başladı. Siverek'e tayini çıktıktan bir yıl sonra memuriyetten istifa etti. Geçimini sağlamak için bahçecilik yapmaya başladı. Bu arada klasik müzikle de ilgileniyordu. Sesinin çok güzel olduğu ve çok güzel gazel okuduğu rivayet ediliyor. Fakat esas ağırlığı hat çalışmalarına verdi. Eserlerinin çoğunun 1940'tan sonrasına ait olmasının sebebi budur. Büyük sanatçı, aynı zamanda büyük bir tevazu sahibidir. Nitekim kendisine "Bu güzel eserleri nasıl yazıyorsun?" diye sorulduğu zaman, "Ben yazmıyorum, yazdıran yazdırıyor; bu sanat bana Cenab-ı Allah'ın bir lütfudur." diye cevap verirdi. Yazdığı yüzlerce hat örneği hâlâ Urfa'da başta camiler olmak üzere çok sayıda ev ve dükkânı süslemektedir. Yüzlerce mezar taşında yazıları bulunmaktadır. Bazı levhalarını Mareşal Fevzi Çakmak ve Diyanet İşleri Eski Başkanlarından Ahmet Hamdi Akseki'ye göndermiş, onlar tarafından çok beğenilmiş ve kendisine takdir ve teşekkür mektupları gönderilmiştir. Bazı eserleri İstanbul'a kadar ulaşmıştır. Ayasofya Camii mihrabının sol tarafında ve Üsküdar'daki Özbekler Tekkesi'nin mihrabında birer levhasının asılı olduğu, Urfalı Hattat Halil Adnan Alpay tarafından tespit edilmiştir. Bazı yazı ve kompozisyonları da devrin önemli mecmuaları olan Sebilürreşad ve Hilal'de yayınlanmıştır. 1960 yıllarında Hilal takviminde de bazı eserlerine yer verilmiş, bu eserler Türkiye ve bazı İslâm ülkelerinde büyük ilgi görmüştür. Bugün de eserleri çeşitli yerlerde yayınlanmakta, ancak sahibinin ismi pek ön plana çıkmamaktadır. Zaten yaşadığı devirde de kıymetinin bilindiği söylenemez. Cihat Kürkçüoğlu'nun kitabından aldığım şu cümleler bunu yeterince ortaya koymakta değil midir? "Behçet Arabî, yazmış olduğu nefis bir yazıyı sabahleyin eline alıp bazı tanıdık kişilerin kapısını çalarak bir kaç liraya satar; bazen kırtasiyeye karton karşılığı yok pahasına vermek zorunda kalır, çoğu kez satamadan eve eli boş dönerdi. Yine de Behçet Arabî bu durumdan yılmaz, sürekli yazmaya devam ederdi." Okuduğum zaman içim acımıştı, "Öyle bir sanatkârın hayatı böyle olmamalıydı." diye düşünmüştüm, hâlâ da öyle düşünüyorum. Behçet Efendi'nin bir diğer özelliğinin de, hazır mürekkep kullanmayıp kendi mürekkebini kendisinin üretmesidir. Yine Cihat Hoca'dan nakledeyim: "Kendi yaptığı özel mürekkebi hazırlarken zeytinyağı kandilini etrafı kapalı bir sacın altında yakar, bunun saca yapışan islerini kazıyarak toplardı. Sonra bu isleri yakarak kararttığı pirinçle birlikte iyice döver, daha sonra bunları kaysı ağacı sakızıyla uzun müddet karıştırmak suretiyle kaynatır, mürekkebe parlaklık versin diye de bazen bu karışıma kaynama safhasında soğan kabuğu ilave ederdi. Elde ettiği bu mürekkep gayet parlak ve uzun ömürlü olur, su ile dahi çıkmazdı." Her sanatkâr gibi hattatların da eserlerinde tercih ettikleri, kendilerini diğerlerinden ayıran farklı zevkleri ve özellikleri vardır. Behçet Arabî'nin bu yanını yine Cihat Hoca'nın eserinden okuyalım: "Behçet Arabî, kûfi hariç, nesih, sülüs, divanî ve rik'â gibi yazı çeşitlerini büyük bir ustalıkla kullanmış, ancak en çok celi sülüs ve celi tâ'lik yazı çeşitlerinde eser vermiştir. Behçet Arabî, celi sülüs eserlerinin altına celi divanî; celi ta'lik eserlerine de celi ta'lik imza kullanırdı. Eserlerinin altına rik'a ve divanî yazı çeşitleriyle ay, gün ve tarih yazar, eserinin sol tarafına ta'lik yazıyla "Urfa" yazardı." Böyle büyük bir sanatkârın şimdiye kadar kadir kıymetinin yeterince bilinmemesi ve tanınmaması son derecede üzücü bir durum. Sadece onun için değil, Urfa ve Urfalılar için üzücü, üzücü ve düşündürücü. İnşallah bundan sonra başta ilgili ve yetkililer olmak üzere resmî ve sivil kesimler, özellikle kültür ve sanatla uğraşanlar, özellikle de hat sanatına gönül verenler, onun fazlasıyla hak ettiği vefayı gösterirler. |
|||
Etiketler: URFA’NIN, UNUTTUĞU, , BÜYÜK, HATTAT, BEHÇET, ARABÎ, |