YEDİNCİ BÖLÜM
M. Sarmış: Peki, sevgili hocam. Vakit ilerliyor. Konuşacağımız daha pek çok konu var. Kısa kısa gidelim. Şu Harran Dergisi konusunu ben birçok kişiye sordum. Sizin de bakış açınız almak isterim. Nasıl ortaya çıktı? O ekip nasıl bir araya geldi?
M. Oymak: Biz 15-20 kişilik bir arkadaş grubuyduk. Çoğu ile liseden arkadaştık. Üniversite'den sonra memlekete dönünce yeniden bir araya geldik, "Ne yapalım?" diye kafa yorduk. Derdimiz öncelikli olarak Urfa. Refaransımız tarihi Harran Üniversitesi. Onun yeniden kurulmasını isteyelim dedik. Bu amaçla bir dernek kuralım. "Harran Üniversitesi Kurma Derneği" böylece ortaya çıktı. İlk başkan Zübeyir Yetik. Zaten Urfa'daki faaliyetlerin ana şemsiyesi Zübeyir Abidir. Çünkü yaşı ve tecrübesi bizden fazla. Daha geniş bir çevre ile irtibatlı. Necip Fazıl, Büyük Doğu Dergisi filan… Bizim Risale-i Nur camiası ile de irtibatımız vardı. Tasavvuf ehli ile de vardı. Bizim bağlılığımız olmasa bile babalarımız genellikle bir yere bağlı olduğu için bizim de irtibatımız oluyor. Ama tabii Zübeyir Abi daha çok tahsilli kesime hitap ediyor. Ufku çok geniş bir insan. Kendisi de yazar, şair… Urfa'ya çok çok büyük gelen bir isim. Ama maalesef Urfa onu taşıyamadı. O yüzden kısa bir süre kaldı. O gittikten sonra derneğin başına İbrahim Halil Çelik geçti. Kalabalık bir ekibiz. Eksik olmasın diye saymak istemiyorum. Derneği kurduktan sonraki ilk çarpıcı faaliyetimiz şu oldu. Köprübaşı'nda bir otel yapılacak. Gittik sahibi ile görüştük. İmam Denek. Çok değerli bir abimiz. Dedik ki "Otele "Harran" adını koy". "Olacak iş mi?" der gibi şaşırdı. Çünkü o sıralarda Harran köy demek, kuraklık demek, fakirlik demek, mahrumiyet demek. Böyle güzel bir yatırıma bu Harran ismi yakışır mı?
M. Sarmış: Aslında çok müthiş bir şey. Hepsi üniversiteyi henüz bitirmiş bir grup gencin ufkuna bakın. Şehre bir üniversite açma hayali kuruyorlar, bunun için bir dernek kuruyorlar, sonra da bir otel sahibine gidip böyle bir teklif yapıyorlar. Harran adını yaygınlaştırmaya kamuoyunu bu fikre alıştırmaya çalışıyorlar. Muazzam bir şey!
M. Oymak: Evet, aynen öyle. Maalesef şimdiki kuşaklarda o ruh yok. Neyse İmam Abi hatır için tamam dedi ve otelin adını Harran koydu. Bu sefer gençler için Harran Spor Kulübünü kurduk. Voleybol, masa tenisi, basketbol, yüzme, çeşitli dallarda faaliyet gösteriyoruz. Takımlarımız şampiyon oluyor. Hakemlere rağmen oluyoruz. Bazen göz göre göre hakkımızı yiyorlar. Herkes bize karşı. İşte bunlar dinci, şu, bu, hatta açık açık Müslüman diyorlar. Rakip takımların taraftarları, sanki biz Harran'ın köylerinden gelmişiz gibi aleyhte tezahürat yapıyor.
İlk zamanlar aylık dergiyi gözümüz kesmiyor. Çünkü bir maliyeti var. Arkadaşlardan Halil Çelik, esnafla, iş adamları ile diyalog işini iyi biliyor. Halil Soran, Allah var, her faaliyete kendisi bizzat destek veriyor. Biz de kendi imkânlarımıza göre destek olmaya çalışıyoruz. Nihayet dergi çıkarmaya karar verdik. Adı tabii ki "Harran" olacak. Yazılarımızı toparlayıp Güneydoğu Matbaasına gittik. Güneydoğu Gazetesi o zaman yeni çıkmaya başlamıştı. Kemal Kapaklı ile görüştük, anlaştık. İlk sayı 1979'un Nisan'ında çıktı. 24. Sayıya kadar iki yıl kesintisiz yayınlandı. Sonra aksamalarla 67. Sayıya kadar devam etti. Buraya önemli bir ayrıntıyı da eklemek istiyorum. Sanıyorum 1980 yılıydı. Benim davetim üzerine dergiyi çıkaran bütün ekip Harran Kitapevi'nde bir araya gelmiştik. Yusuf Paşa Cami'inden Su Meydanı'na çıkan yol üzerindeki Beyaz Pasaj'da. O anı tarihe belgelemek için toplu bir fotoğraf çektirdik. Ben severim öyle şeyleri. Şu duvarda gördüğünüz o fotoğraftır. Daha sonra büyütüp böyle çerçevelettirdim.
M. Sarmış: Çok güzel olmuş. Peki, bir şekilde içinde bulunduğunuz başka hangi dergi ve gazeteler var?
M. Oymak: Harran Üniversitesi Gazetesi, Fetih, Akademik Bakış, ŞURKAV Kültür Sanat Tarih ve Turizm Dergisi, Birlik Ankara Dergisi gibi bir çok gazete ve dergiyi arkadaşlarla birlikte çıkardık. Bazılarının yayın kurulu üyeliği yaptım. Bu ve bunun dışındaki çeşitli dergi ve gazetelerde 200 civarında yazı ve makalem yayınlandı. Bunların bir kısmı Urfa ile ilgilidir.
M. Sarmış: Hocam şimdi farklı bir alana geçelim. Sizin mimariye merakınızı da biliyoruz. Geleneksel Urfa taş mimarisi konusunda epey bir çalışmanız olmuş. Biraz da onlardan söz edelim.
M. Oymak: Urfa'nın taşını toprağını seviyorum. Geleneksel mimarisini de seviyorum. Köydeki şu taşları da görüyorsunuz, kaybolup gitmelerine gönlüm razı olmuyor. Nerede bulursam toplayıp getiriyorum. Bir gün değerlendiririm diye. Tasarım yapmayı da seviyorum. Aslında aileden geliyor. Büyük küçük hepimizin, az çok bu işlere merakı var.
M. Sarmış: Belediye başkan yardımcısı olduğunuza göre artık göreviniz de müsait.
M. Oymak: Evet. Yıl 1985… Belediye başkanı İbrahim Halil Çelik. Ben yardımcısıyım. Şehir merkezinin manen en önemli yeri Hz. İbrahim'in makamının bulunduğu bölge. Orada şanına yakışır bir düzenleme yapmayı düşündük. Kafadan yapmayalım dedik. Her ne kadar biz kendimizden razıysak da her işin uzmanı var. UNESCO'dan uzman talebinde bulunduk. Roberto Marta adında İtalyan bir şehir plancısı geldi. Birkaç yerli mimar ve şehir plancısı da geldi. Fakat çok kolay olmuyor bu işler. Paramız yok. Muhalif belediyeyiz. Bazı siyasetçiler Ankara'ya gidip hakkımız olan parayı kestiriyor. O isimleri saysam aklınız durur. Adamlar gidip devrin başbakanı Turgut Özal'a, Refah'lı belediyeye nasıl destek olursunuz diye şikâyet ediyor. Bu şekilde nice paralarımızı kestirdiler. Hâsılı bir sürü zorluğumuz var. Fakat hep şunu diyoruz: Buraya sadece belediyenin gücü yetmez, valiliğin, bayındırlığın ve her kesimin sahip çıkması lazım. Nihayet 1990'larda Ziyaeddin Akbulut vali olunca iş kolaya bindi. ŞURKAV kuruldu. Ben ŞURKAV'ın kurucu üyelerindenim. Yıllarca yönetim kurulu üyeliğini de yaptım. Vali Bey ŞURKAV üzerinden Dergah-Balıklıgöl Projesini başlattı. Sonraki dönemde de başına yardımcısı Hasan Duruer'i verdi. Uygulanacak proje için ulusal çapta bir yarışma açıldı. Bakanlık bünyesinde 8 kişilik bir jüri oluşturuldu. Urfa'dan üç kişi gitti. Biri de bendim. Uygulama sürecinde de birçok arkadaşla beraber çalıştık. Ortaya çok güzel bir eser çıktı. Türkiye'nin en önemli kent platosu çalışması sayılır.
M. Sarmış: Başka neler var hocam?
M. Oymak: Onun haricinde de birçok çalışmam oldu. Eskiden beri bu işlere meraklıyım. Fırsat buldukça veya fırsat oluşturarak büyük mimari eserlerin korunması ve restorasyonlarına destek verdiğim gibi daha küçük çaplı olanları da bizzat sahiplenmeye, kayıpsa ortaya çıkarmaya, yenilemeye, orijinallerini örnek alarak yenilerini yapmaya çalıştım. Bazılarının tasarımlarını bizzat yaptım, yapım aşamalarına katıldım, başında durdum, her aşaması ile ilgilendim. Bu şekilde çok sayıda çeşme, kemer, kapı, fıskiye, türbe sayabilirim. Mesela Aynzeliha Gölünün ortasındaki fıskiye kayıptı. Fotoğraflarına bakarak yeniden yaptırdık. Yapımından yerine yerleştirilmesine kadar bütün aşamaları ile bizzat ben ilgilendim. Kasaptaşı'ndaki Fatih Sultan Mehmet Parkı'nın güneyindeki kemerli kapısının tasarımı da bana aittir. Uygulaması sırasında da başında duruyordum.
M. Sarmış: Keçeci Pazarında Dabakhane Kahvesinin önündeki şadırvan da var. Eski Urfa yürüyüşlerim sırasında görüp yazmıştım.
M. Oymak: Evet. Biliyorsunuz o kahvenin halk arasındaki bir adı da Gareziye Kahvesi'dir. Hemen güneybatısında bodrum katta bir türbe vardır. Şeyh Muhammed Horasanî'nin türbesi. Yaklaşık 800 yıl önce irşad için müritleriyle beraber Horasan'dan Urfa'ya geldiği rivayet ediliyor. Türbe 1940'lı yılların başında yıkılmış, yerine bir havuz yapılmış, altındaki türbe odası ve önündeki çeşme kaybolmuş. 2004 yılında Mimar Cevher İlhan'la beraber o havuzu yıkarak, yerine finansmanı İmam ve Leyla Altun tarafından karşılanan bugünkü hayratı yaptırdık. Çizimini bizzat ben yaptım. Üzerindeki manzume de bana aittir. Bütün taş işçiliklerinde ve restorasyonlarda fedakârca çalışan Yusuf Ot Usta ve babasına şükran borçluyum.
Yine Siz Kamberiyeli olduğunuz için iyi bilirsiniz. Ahmet Bahçıvan'ın belediye başkanlığı döneminde mahalleniz ile Bedendibi arasında Karakoyun Deresi üzerinde Karakoyun Parkı yapıldı. O parkın değişik yerlerinde Abide, Hızmalı Köprü ve Millet Köprüsü gibi Urfa'nın önemli mimari eserlerinin taş minyatürleri vardır. Onların tasarımını ve uygulamasını da biz yaptık. Ben ve ekip arkadaşlarım… Urfa Kalesi'ninki hariç. O biraz ölçüsüz oldu, ona dâhil olmadım.
Yine aynı şekilde Eyyüp Peygamber Makamı'nın çevre düzenlemesi çalışmalarına da katıldım.
1992 yılında da Akçakale taraflarındaki Cudi Antik Kenti'nin literatüre kazandırılmasını sağladım.
M. Sarmış: Sizin Viranşehir'deki Eyyüp Nebi Makamı'nın ortaya çıkarılmasında birinci dereceden rolünüz olduğunu biliyoruz. Biraz da o süreçten söz eder misiniz?
M. Oymak: Hz. Eyyub'un mezarının Viranşehir'e bağlı Eyyüp Nebi beldesinde olduğuna dair ilk duyumum işte bulunduğumuz bu odada oldu. Daha çocukken. Muhtemelen 60 yıldan fazla bir geçmişi var. Demiştim, bu odaya her türden adam gelir. Şeyhi, çerçisi, esnafı, işçisi… Misafir olur, yer içer, konuşur, anlatır. Ben de o konuyu ilk olarak çocukken burada duydum. Adamın biri orada böyle bir yer var demişti. Yıllar sonra 1990'da nasip oldu gidip gördüm. Ama ondan önce özet bir vakfiye buldum. 4. Murat dönemine ait, orada bu yerden bahsediliyor. Böyle bir şey varsa niçin unutulsun? Benim düşünceme göre, eldeki bilgileri doğru olarak aktarınca sorun yok. Ben duyduğumu naklediyorsam, kaynağı da söylüyorsam, tamam? Yeter ki sen o bilgileri çarpıtma, kendi istediğin şekle sokma. Yıl 1990. Belediye başkan yardımcısıyım. Bu konuyu önce Vali Alpaslan Karacan'a anlattım, onun tayini çıkıp gitti. Yerine gelen Ziyaeddin Akbulut'a anlattım. Kabul etti. Gidip beraberce gördük. "Tamam, yapalım." dedi. Başlattık. Arada bir iki aksama oldu, ama devam ettik. Ekipte mimarlar var, sanatçılar var. Ben tasarım yapıyorum. Arkadaşlar bana "Sen bizim fahri üyemizsin." derlerdi.
M. Sarmış: Bir önceki konuşmamızda Ankara'ya gittiğinizden, bir vakfiye bulduğunuzdan bahsetmiştiniz…
M. Oymak: Evet. Bazıları Vali Beye, böyle bir şey yok, yani oranın iddia ettiğim konuyla bir alakası yok demişler. Bir toplantı sırasında Vali Bey bunu sorunca, ben var dedim. Daha önce Vilayet resmi yoldan Vakıflar Genel Müdürlüğü'nden sormuş, cevap olumsuz gelmiş. Bunun üzerine ben Ankara'ya gidip Vakıflar Genel Müdürlüğünden konuyu araştırdım. Ayrıntısı uzun sürer, girmeyeyim. Sonunda konuyla ilgili vakfiyeyi buldum. Böylece çalışmalarımıza devam edip tamamladık. 1999'da Eyyüp Nebi belde oldu, belediye başkanı seçildi. O zamana kadar ŞURKAV adına işleri yürütmüştük. Finansmanı da Özel İdare'den karşılanıyordu. Belediye kurulunca işleri onlara devrettik.
Devam edecek...