İKİNCİ BÖLÜM
M. Sarmış: Artık size gelelim hocam. Herhalde siz de köyde doğdunuz? Ne zaman?
M. Oymak: Evet, burada, Zivanlı'da doğdum. Kesin doğum tarihimi bilmiyorum. Resmi olan 1950.
M. Sarmış: Kaç kardeşsiniz?
M. Oymak: Toplam 12 kardeş. 5'i çocukken ölmüş. Benim bir abim vardı 38 yaşında vefat etti. Yaşayan iki erkek kardeşiz; ben ve kardeşim Seyit Ahmet. Profesör. Kısa bir süre Harran Üniversitesi'nde rektör yardımcılığı yaptı. Dört de kız kardeşimiz var.
M. Sarmış: Okul hayatı nasıl başladı?
M. Oymak: Ailemizin okumaya düşkün olduğunu söylemiştim. Bölgenin en eski ilkokulu bizim köyümüzde. Tek derslikli bir okul. O zaman sadece ilk üç sınıf var. Herhalde bitirene bir belge veriyorlar. Öğretmen yok. Komşu köyden bir akrabamız askerde iken okumayı öğrenmiş. Onu eğitmen olarak görevlendiriyorlar. O da Türkçeyi çok iyi bilmiyor, çok zayıf. Öğrenciler Türkçe'yi duysun diye zaman zaman okula abimi, bizi çağırıyor. Hani annemizden dolayı biz iyi Türkçe biliyoruz diye.
Köyün şartları böyle. Çocukların okuyabilmesi için şehre gitmek şart. O yüzden büyüklerimiz şehirden bir ev alıyorlar. Oraya en yakın olan da Atatürk İlkokulu. Yıldız Meydanında Ulu Camiye bitişik olan şimdiki Vakıflara ait bina. O zaman ilkokulları trahomlu olan ve olmayanlar arasında ayırmışlardı. Şehit Nusret trahomluların okulu, Atatürk ise trahomsuzların okulu idi. Dedemin ikinci evliliğinden olan yaşları bana yakın amcalarım da trahomlu olduğu için Şehit Nusret'e giderdi. Ben Urfa Lisesinde öğretmen olduğum zaman yaşı benden küçük amcalarımı da okuttum.
(Trahom, o zamanlar çok yaygın olan bir çeşit göz hastalığı olup bulaşmasın diye okullar ayrılmış. M.S.)
M. Sarmış: Şehirdeki eviniz de meşhur. Biraz da ondan söz eder misiniz?
M. Oymak: Annemin babası zaten şehirde yaşıyor. Okula başlayacağımız zaman biz de şehirden ev aldık. Ama okullar açılınca şehre gidiyoruz, kapanınca köye dönüyoruz. Yaylak-kışlak gibi göçebe bir hayat. Yıllarca böyle sürdü. Kiracı olmak da istemedikleri için ev almışlar. Bıçakçı Mahallesinde İmam Sekkaki Camiinin tam batısındaki çıkmaz sokağın içinde "Dokuzlu Hayat" diye meşhur bir ev. Tamamında biz otuyorduk. Dedem, amcam, biz… Çok büyük, eski, tarihi bir ev. Satın alındıktan sonra bir hayli tadilat yapıldı. Sonraki dönemlerde araya duvarlar çekilerek küçük bölümlere ayrıldı.
M. Sarmış: Okula dönelim.
M. Oymak: Okula başladığım zaman yaşım çok küçüktü. Belki de cüzdana öyle kaydedilmiştim. Çünkü kanuna göre sene içinde doğup da kaydı yapılmayanlar yeni yılın 1. gününde kaydedilir. O yüzden köylülerin çoğunun doğum tarihi 1 Ocak'tır. Hatta şehirlilerin bile çoğu öyledir. Beşinci sınıfı bitirdiğim zaman Başöğretmen Şerif Özden babamı okula çağırdı. Önceden tanışıyorlardı. Babama "Bu çocuğun yaşı tutmuyor, diploma veremeyiz. Ancak mahkeme kararı ile yaşını büyütebilirsen verebiliriz." dedi. O zaman buna benzer örnekler çoktu. Babam bir avukat aracılığı ile mahkemeye başvurdu. İki de şahit gösterdi. Böylece mahkeme kararı ile doğum tarihim 1948'e çekildi. Ben de diplomayı alabildim.
M. Sarmış: Öğretmeninizi hatırlıyor musunuz?
M. Oymak: 1. Sınıf öğretmenimin adı Halil'di, soyadını hatırlamıyorum. 2. Sınıfta Abdülkadir Aydoğdu. Sonra turizm müdürü oldu. 3. Sınıfta Şair Mehmet Hulusi Öcal. 4 ve 5. Sınıfta ise Akif Göktürk.
M. Sarmış: Okulla aranız nasıldı? Seviyor muydunuz?
M. Oymak: Ben sadece o zaman değil, bütün okul hayatım boyunca oturup sürekli ders çalışan biri olmadım. Şimdi benim tıpta okuyan oğlum Fatih de öyledir. Üniversitede çok iyi not alırdım. Hâlâ kitaplığımda onların bir kısmı durur. Okulu öyle hastalık derecesinde sevdim diyemem, ama sevmedim de diyemem. Doğal bir şeydi benim için.
Babam bize hiçbir zaman okuyun, okuyacaksınız demedi. Hatta biraz gevşeklik ettiğimizde "istemiyorsanız gitmeyin" derdi. Belki de taktiği buydu. Bunu duyunca mümkün mü okumuyorum demek? İlkokul bitirince ortaokula Urfa Lisesinde devam ettik. Önce orta, sonra lise bölümü. Şimdi Asfalt Yol'daki taş bina.
M. Sarmış: Oradaki hocalardan hatırladıklarınız…
M. Oymak: Ortaokuldan hatırladığım çok az var. Ferit Hamevioğulları, orta 2'de tarihe gelirdi. Muhsin Ergin tabiat bilgisi dersimize gelirdi. Ortaokulu bitirdiğimizi fark etmiyoruz bile, aynı binada liseye devam ediyoruz. Ama tabii hocaları farklı. Mustafa Bengisu geliyor aklıma. O sırada bir amcam lise sonda, bir amcam da orta 3'te idi.
M. Sarmış: Kitap okuma işlerine gelelim. Nasıl başladı?
M. Oymak: Okula gitmeden evde babam bizi okutmaya başladı. Köyde, daha dört yaşlarında filan. Kur'an-ı Kerim, ilmihal, "Mızraklı İlmihal", İslami kitaplar... Babam köyde de, şehirde de günlük olarak bizimle ilgilenirdi. O okur, biz de dinlerdik. Babamın iki konuda çok hassasiyeti vardı; namaz ve Kur'an. Bizden de, herkesten de aynı hassasiyeti bekler, isterdi. O da babasından öyle görmüş.
Ailemizin manevi bir mirası gibi anlatılan ve bizim çok hoşumuza giden bir şey var, ondan da burada söz etmek isterim. Dedemin tek erkek olduğunu, bir de kız kardeşi olduğunu söylemiştim. Meta İslim/İslim Hala. Çok güzel, akıllı, ahlaklı ve çok dindarmış. Kendini bildiği andan itibaren namaza ve Kur'an'a başlamış. Kazaya kalan namazı, orucu yok. Bu çevrede bunları bilmeyen yok, çok meşhurmuş. Evlenip komşu köye gelin gitmiş. Bir hastalık sonucu 20 yaşında, henüz çok gençken vefat etmiş. Başta dedem olmak üzere herkes çok üzülmüş. Getirip bu köye defnetmişler. Üzerine de köylerde rastlanmayacak şekilde bir mezar yapmışlar. Belki de bu köydeki ilk mezardır. 1900 tarihlidir. Önceden Kanlıavşar'a götürüyorlarmış. İlk defa onu buraya defnetmişler. Ondan 10-12 yıl kadar sonra annesi vefat edince aynı mezara onu defnetmek istemişler. Ancak kazdıkları zaman bakmışlar ki cesedi ilk günkü gibi duruyor, bozulmamış. Bunun üzerine kapatıp annesini başka bir yere defnetmişler. O mezar hâlâ ziyaret edilen, dua edilen bir makamdır.
Babamın biraz araştırma merakı da vardı. Biz ilk tarihi bilgilerimizi ondan aldık. Bize Urfa'nın tarihi yerlerini gezdirirdi. Nemrut'un tahtına ilk o götürdü. Ben ilkokulda idim. Başka bir gün Şuayıp Şehre götürdü.
Diyeceğim o ki, bizim okuma merakımız babamızdan geldi. Sadece okuma da değil, gezme, araştırma merakı da… Babamın okuma merakı ile ilgili bir anekdotu da aktarmak istiyorum:
Amcam Mehmet Salih İTÜ'de okuyor. O sırada hükümet bir karar alıyor. Babası okuryazar olan üniversite öğrencilerine, babalarına gönderilmek üzere bir takım Elmalı Tefsir'i hediye ediyorlar. Babaların okuryazar olduğunu ispat etmeleri şartıyla… Amcam babama, babam da babasına durumu iletiyor, çok seviniyorlar. Dedem kendi el yazısı ile bir mektup yazıyor. Bir süre sonra koli gelip de tefsirin Latin harfleri ile yazılı olduğunu görünce dedem büyük bir hayal kırıklığı yaşıyor. Babam onu bana verin diyor ve alıyor. Ondan sonra sürekli okuyor. Vefat ettiği zaman o sekiz cildin tamamını altı kere okuyup bitirmişti. Üstelik her sayfasında notlar tutmuş. Harika bir koleksiyon. Çok kıymetli. O yüzden muhafaza ediyorum.
Babam derdi ki "Elmalı Tefsiri'nden başka kitap okumaya gerek yok." Ben "Hz. İbrahim" kitabını yazarken pek çok kaynağa baktım. En son bir de Elmalı'ya bakmak istedim. O zaman "Rahmetlik babam haklıymış. Elmalı'ya bakmak yeter, başka kaynağa bakmaya gerek yok." dedim.
Devam Edecek...