DAHA 18 YAŞINDAYIM NE BİLİYORUM Kİ NE DİYEYİM
O gece yerel birkaç kanalda kendimi konuşurken gördüm. En büyük korkum annemin de görmesiydi. Ne mi diyordum televizyonda? Hep aynı şeyler. Ne denebilirdi ki. Daha 18 yaşındayım ne biliyorum ki ne diyeyim. 'Başörtünün Allah'ın emri olduğunu, sırf başörtülü olduğumuz için bize soruşturma açtıklarını, cezalarımızın savunmalarımızdan önce hazırlandığını, bu gidişle hepimizi dönemin sonuna kadar okuldan atacaklarını' filan diyorum. Söylediklerimde bilinmeyen hiçbir şey yok fakat söyleme şeklim çok acıklı… İçimi acıtıyor. Çünkü henüz kendime dahi itiraf edemiyorum; ama bu ses, bu seda benliğimde düşeceğim büyük girdapların habercisi…
Abimden aldığım cesaretle uykuya dalabildim. O gece yine korkunç kabuslar gördüm. Sanırım çok küçüktüm ve çok büyük davalar omuzlamaya kalkışmıştım. Ziya Paşa'nın dediği gibi 'idrak- i meali bu akla gerekmez /Zira bu terazi bu sıkleti çekmez.' Amcam, vatan kurtaran Şaban koymuştu adımı.
SORUN SIRADANLAŞIYORDU VE GALİBA ASIL SORUN BUYDU
Radyo Mega'dan bize bu konuyla ilgili bir davet geldi. Mühendislikte okuyan arkadaşımız Dilek aracılığıyla galiba. Bir arkadaşla katıldık. Biz edebiyatçıymışız. Bizim ağzımız iyi laf edermiş. Ne mi konuştuk? Hiiç, hep aynı. Yani artık herkese hep aynı gibi gelen sözler. Sorun sıradanlaşıyordu ve galiba asıl sorun buydu.
Bir gün dindar bir gazete okurunun bir eleştirisiyle karşılaştım. Hep başörtü sorunundan bahsediyormuşuz. Oysa dünyada Müslümanların yaşadığı ne büyük sorunlar varmış. Filistin mesela her gün bombalanıyormuş. O gün anladık ki dindar insanlar da çok sıkılmıştı bu olaydan. Kısaca önümüzdeki seçenekler sadece ve sadece ikiye iniyordu. Ya bu deveyi güdersin ya bu diyardan gidersin. Üçüncü bir şık, yok oluyordu. Zulme karşı direnemeyecektik. Tıpkı onlar da saçlarını kazıtsınlar diyenler gibi düşünüyordu.
AZALAN SAYIMIZI ÖRTBAS ETMEK İÇİN OTURMA EYLEMİ BAŞLATIYORUZ
Bir yandan protesto eylemlerimiz devam ediyordu. Her gün saat 11.30'da alkış eylemiyle bir araya toplanıyor ve sloganlar atarak rektörlüğe doğru yürüyorduk. Sayımız hızla azalıyordu. Öyle ya, aylarca aynı şeyi yapıyorduk. Avuçlarımızın içi çatlamış, kanıyordu. Ama hiçbir sonuç alamıyorduk. Çünkü ne çaldığımız alkışlardan ne çalınan haklarımızdan hiç kimsenin haberi olmuyordu. Kampüse basın alınmıyordu. Polis kameralarından başka kamera yoktu.
Alkış eylemlerimizi artık devam ettiremeyecek kadar azaldık. Okulu bırakıp memleketine dönenler, bizden bu kadar deyip sınıflarına dönenler…
Bu kez sayımızın azlığını örtbas etmek için oturma eylemi başlatıyoruz. Ömer Karaoğlu dinliyoruz. Oturma eylemlerimizde. İçinde bulunduğumuz durumu ne de güzel özetliyor. Yüreğine sağlık…
'Bir avuçtuk biz, göklere sığmayan, Bir avuçtuk biz cennete susayan, Düşmez dilimizden, Sökülmez kalbimizden, En kutlu sözdür bu, La ilahe illallah, La ilahe illallah'
BİZİ PROGRAMA ÇIKARDIĞI İÇİN RADYO MEDYA KAPATILDI
Radyo Mega'dan sonra Radyo Medya'dan program teklifi almıştık. Birkaç arkadaş ve Av.Şehmus ÜLEK'le programda bu konuyla ilgili bir söyleşi yaptık. Olanları anlatmak dışında hiçbir şey söylemedik. Programda yaşanan en komik an; Av. Şehmus Bey'e iki de bir' Şehmus abi 'demem; Şehmus Bey'in el kol hareketleriyle beni 'abi' yerine daha resmi bir ifade olan 'bey' demem için uyarmasıydı. Ama ben bir türlü nerede hatalı konuştuğumu anlayamıyor ısrarla işaret diliyle ne demeye çalıştığını soruyordum.
Çok geçmeden Radyo Medya kapatıldı. Gerekçe Benim sarf ettiğim birkaç cümleyle Şehmus Bey'in bir iki ifadesi. Suç nedeni bu ifadelerin neler olduğunu hatırlamıyorum. Ama 'Biz kadınlar bukalemum değiliz. Bizden her zemine ve zamana göre şekil almamızı hiç kimse beklemesin. Bizim başörtülerimizi siyasi araç olarak kullandığımız, söyleniyor. Henüz 17-18 yaşlarında birer genç kız olarak bizim ne siyasi bağlantımız olabilir. Çoğumuz henüz, oy kullanmamışız.' şeklinde bazı ifadeler kullandığımı henüz unutamıyorum. Unutamıyorum. Unutmaya çalıştığım, unutmak için çırpındığım yıllarım oldu. Ama unutamadım…
YAYIN YAPAN YEREL BASINA GÖZDAĞI
Radyonun kapatılma haberini aldığım anı, o günü, günleri hele geceleriyse hiç mi hiç unutamıyorum.
Günlüğümde yazılı şu satırları aynen yazıyorum: Evet Sayın Bayan Leyla Radyo Medya kapandı hem de sizin yüzünüzden, elinizi nereye atsanız orayı yakıyorsunuz. Şehmus Abinin söylediği ilk şey 'Nasıl da becerdik.' olmuştu. Bizim yüzümüzden bir radyo kapatıldı hem de bir yıllığına. Radyonun müdürü Ali Bey adında biriydi. Soyadını hatırlamıyorum. Geçmiş olsun demek için radyo istasyonuna gittik.' Kapatılma gerekçesi sizinle yaptığımız program dedi. O anda şu an bile yapmak istediğim tek bir şey vardı: Hıçkıra hıçkıra ağlamak… Ağlamak…
Ağlamıyorduk. Ağlamak pes etmekti çünkü. Ağlarsak her şey bitmiş sayılırdı. Oysa henüz hiçbir şeyin bittiğine inanamıyorduk. Radyo Medya'nın sadece bir kurban olduğunu, o dönemde yayın yapan diğer yerel basına gözdağı verilmek istendiğini sonradan öğrenecektik. Nasıl mı? Yazılarımız yayınlanmıyordu artık. Ne ulusal ne de yerel medyada bu konu tüm canlılığını yitirmişti. Zaman geçtikçe, sayımız azaldıkça bu meselede haklılığımız da azalıyordu.
EDEBİYAT ÖĞRENCİSİ OLARAK SAVUNMA YAZMAYI, ARUZ VEZNİNDEN ÇOK DAHA İYİ ÖĞRENMİŞTİK
Soruşturmalarımız devam ediyordu. Açılan davalar hiçbir işe yaramıyordu. İkinci dönemin başlarında uzaklaştırma cezalarının başlayacağını biliyorduk. Öyle de oldu. Uzaklaştırma cezası demek devamsızlıktan sınıf tekrarına kalmak demekti. Durum ciddileşiyordu. Bizimle protesto eylemlerine katılan mütedeyyin erkek kardeşlerimiz teker teker sınıflarına döndü. Bizler en son 6 aylık uzaklaştırma cezalarımızı alarak seneyi bitirmenin sevincini yaşıyorduk. Çünkü öyle ya da böyle o sene sınıfı geçtik. Edebiyat öğrencisi olarak savunma yazmayı aruz vezninden çok daha iyi öğrenmiştik. Devam edecek...