BAŞÖRTÜSÜ AVCISI ZUHAL KARA
Protesto eylemlerimizde attığımız sloganlardan biri de 'Zuhal KARA'ya yuuuhhh.'oluyordu. Zuhal Kara kim bilmiyordum. Başörtüsü avcısıymış, sonra öğreniyorum. Sonradan öğreniyoruz yine biz yuhaladıkça kıdem atladıklarını birilerinin.
Haaa bir de 'ikna odaları vardı.' değil mi? O da oldu bizde. Hiç eksiğimiz kalmadı şükür İstanbul Üniversitesi'nden. O günlerde onlar ikna edemediler bizi ama kaderin bizi nerelere doğru sürükleyeceğini de hiç mi hiç tahmin edememiştik.
BİZİ COPLARKEN AĞLAYAN POLİSLERİ GÖRÜYORUZ
Tarih 11 Ekim bütün ülkede oldukça masum bir protesto eylemi tasarlanmış. Başörtüye özgürlük için el ele tutuşma eylemi. Urfa'da da katılım inanılmaz yüksek. Tüm şehir el ele tutuşuyor. Slogan atılmayacak. Çünkü biz anarşist olmamaya azmetmişiz. Polis yine de müdahale ediyor. Bi dakka… o da ne! Polisler kendi aralarında tartışıyor. Yooo… Yooo… Bu bir kavga… 'Emir üstten gelmiş' diyor bir polis. Öteki bağırıyor buna. 'Emir nerden gelirse gelsin. Bir kişiyi bile coplayanı görmeyeceğim. Cop kullananı görürsem…' diye tumturaklı küfürler savuruyor. Siz hiç ağlayan polis gördünüz mü? O gün düşen yaşlılara müdahale ederken ya da bizi copla kovalarken çok gördük biz. Müdahale edilince el ele tutuşma eylemi sloganlar eşliğinde büyük bir yürüyüşe dönüşüyor. Balıklıgöl'den Karaköprü'ye kadar yürüdük. Daha doğrusu polis tarafından kovalandık. Arkadaşım Zuhal'in ailesiyle el ele tutuşmuştuk. Şimdi herkesi bir yerlere kovalamıştı polis. Zuhal'le yalnız kalmıştık yürüyüşte. Anne babasına ne olduğunu bilmiyorduk. Bir yerlerde coplandılar mı, düştüler mi? Herkes çok büyük bir korku ve endişe içindeydi.
Ekim ayında da çok sıcaktır Urfa. Hele bir de Balıklıgöl'den Karaköprü'ye kadar bütün gücünüzle slogan atıyorsanız. Ne kadar çok bağırsak o kadar çabuk hallolur bu mesele zannediyoruz.(Kronik farenjidimi bu günlere borçluyum galiba.) Bir ara Zuhal tökezliyor. Bayılacak zannediyorum. Çok korkuyorum. Birileri su uzatıyor…
12 Ekim Pazartesi yine kampüsteyiz. Saat 11. 30 'da alkış eylemi başlıyor. Alkış sesleriyle eyleme start veriliyor. Sonra eyleme katılmak isteyen herkes kampüsün ortasında birleşiyor. Rektörlüğe doğru yürüyoruz. Sloganlar hep aynı. 'Zulme karşı direneceğiz'. 'Başörtüye uzanan eller kırılsın'. 'Zulme karşı omuz omuza'. Ne kadar çok sert çırpsak ellerimizi o kadar çabuk hallolur zannediyoruz bu sorun. Avuçlarımız çatlıyor birkaç gün sonra… Sizin hiç avuçlarınız çatladı mı?
SAKAL BIRAKAN ERKEK ÖĞRENCİLERE DE CEZA VERİLİYOR
Dava açacak paramız yok. Avukatlarımız da bizden hiç para istemediler. Zaten dava açmanın da bir anlamı yok gibi. Cezalarımız soruşturmalardan önce belirleniyor. Önce uyarı cezası verildi. Sakal bırakan erkek öğrencileri de kapsıyor. 'İşlenen suçun tekerrürü bir üst cezayı gerektirir.' kuralınca soruşturmalar devam ediyor. Suçumuz hep aynı. Ama cezalarımız ağırlaşıyor. Çünkü biz aynı suçu tekrarlıyoruz. Uyarı, kınama, bir haftalık uzaklaştırma, 1 aylık uzaklaştırma, 6 aylık uzaklaştırma…
Cezalar ağırlaştıkça Aziz Hoca'nın(KUTLUAY) bahsettiği avuçlarımızdaki iman ateşi büyüyordu. Ve taşımak bazen imkansız hale geliyordu.
HEMŞİRE CAHİDE LEYLA'YI NE ATTILAR NE DE İSTİFA ETTİRDİLER
Bir gün yine GAPGündemi'ne mi uğradım, çarşıda mı işim var, hatırlamıyorum. Cahide Leyla'yla karşılaştık. Selam verdim. Baktım selamımı almıyor. Sadece öylece yüzüme bakıyor. Bakışları donuk ve gözleri boşlukta… Sadece durmuş öylece bakıyor bana. 'Aloo' diyorum. Ne oldu sana? Sarılıveriyor bana… Ağlamıyor da… Zor ayırıyorum kendimden. Ne oldu diyorum. Ses yok. Hırpalıyorum biraz. 'Hastaneye almadılar diyor. Yani istifa gibi bir şey ama istifa bile edemedim, atmadılar bile… 'Giremezsin bu şekilde hastaneye' dediler. Hemşireydi Cahide Leyla. Ne attılar ne de istifa ettirdiler. Kendi gelmemişmiş diye hala bir türlü hiçbir aftan faydalanıp mesleğine geri dönemedi. Hiç bir şekilde inandıramadı kimseyi o dönem yaşadığı mağduriyete. Hem çalışıyor hem kimyada okuyordu. Annesini yeni kaybetmişti. Onun da acısı çok tazeydi. Benim gibi… Benim abimin acısı onun annesinin acısı hep dururdu zaten yüreklerimizin bir yanında. Yürüyoruz biraz. Kızılay Çay Bahçesi'ne gidelim diyor.
AZİZ HOCA AÇTIĞIMIZ DAVALAR İÇİN STK'LARDAN PARA TOPLUYOR
Aziz Hoca geçiyor yanımızdan. Aziz KUTLUAY, Urfa'nın Aziz Hocası. Kim Tanımaz ki… Televizyondan tanıyorum ben de. Sesleniyorum: Hocam diyorum, Aziz Hocam. Dönüyor arkasını. O tanımıyor bizi tabi. Selam veriyorum. Tanıtıyoruz kendimizi. Böyle böyle diyoruz. Bize dua edin diyoruz. Bilhassa arkadaşıma diyorum. 'Ne diyeyim kızım' diyor. 'İman olmuş bir kor ateş. Bu avcumuza alıyoruz, bu avcumuz yanıyor. Öbür avcumuza alıyoruz öbür avcumuz yanıyor. Yere atalım imanımızı istiyorlar bizden. Nasıl atalım? Allah yardımcınız olsun size dua etmekten başka ne gelir elimizden' deyip uzaklaşıyor. Allah razı olsun diyoruz.
Sonra duyuyoruz Aziz Hoca'nın STK'lardan 6 aylık uzaklaştırma cezalarımıza karşı açtığımız davalar için bize para topladığını.
KENDİ İÇİMİZDE YIKILIYOR, YAKILIYOR, DÖKÜLÜYORUZ. KİMSELER GÖRMÜYOR
Duyduk ki Ayşegül, başını açmış derse girmiş. Bir gün sonra Ayşegül yanımızda, yapamadım diyor. Babam çok zorladı. 'Ya okuluna git ya da gelip melme, sana harçlık da yok dedi' diyor. Ama ben yapamadım diyor. Bu okuldan öylece çıkıp gitmem. Ya kendimi yakarım ya bu okulu diyor. Diyoruz ama yakmıyoruz. Biz hiçbir şeyi yakmıyoruz, kırmıyoruz, dökmüyoruz. Sadece kendi içimizde yıkılıyor, yakılıyor, dökülüyoruz. Kimseler görmüyor. Hiç kimsecikler…
İLAHİYAT FAKÜLTESİ'NDEN PERUK FETVASI
Bir yandan disiplin cezalarıyla uğraşırken diğer yandan protesto eylemleri devam ediyordu. Soruşturmaların başlamasıyla bir fetva daha bölecekti bizi. İlahiyat Fakültesi'nin peruk fetvası... Bu fetva için önce yönetimi değiştirdiler. Cüneyt Hoca vardı önce. Dekan yardımcısı mıydı neydi özel görüşmüştü bizden birkaç kişiyle. Güzel teselli ettiğini hatırlıyorum sadece. Ne dediğini bile hatırlayamıyorum. Sonra yönetim değişti. Böylece İlahiyat fakültesinden beklenen fetva gecikmedi. ''Perukla derslere girilebilir'. Böylece, İlahiyattan arkadaşlarımız eylemlerden yavaş yavaş çekilmeye başladı. Tabi sonuna kadar en ön saflarda direnen arkadaşlarımızı şu an hasret, muhabbet ve saygıyla anmadan edemiyorum.
BASININ KAMPÜSE GİRMESİ YASAKTI
Azalıyorduk. Üstelik aylardır her gün gerçekleştirdiğimiz bu direnişi hiç kimse duymuyordu bile. Daha da azalmadan sesimizi duyurmalıydık. Postane önünde meclise topluca fax çekme eylemi yaptık. Basına sesimizi duyuramıyorduk. Basının kampüse girmesi yasaktı. O dönemde bizden bahsetmek YASAKTI. Kendimizi dönemin cüzzamlıları gibi hissediyorduk. Hissettiriliyorduk.
ŞEHMUS ÜLEK, REMZİ CANBEYLİ, VEYSEL POLAT VE GAPGÜNDEMİ GAZETESİ
Bir soruşturma davası için yine Şehmus ağabeylerin bürosundayız. Bu durumdan şikayet ettik. Şehmus abi Av. Remzi CANBEYLİ'den bahsetti. O da bizlere yardımcı olmak istiyormuş. Özellikle bu yaşananları basına bildirme konusunda. Kalktık gittik. Remzi Bey iyi bir fikir verdi bize. Yaşadıklarınızı yazın, dedi. O güne kadar hiç aklımıza gelmemişti. Oturdum yazdım o güne kadar yaşananları. Fatih abime de anlattım. Benim dedi gazete sahibi arkadaşım var ona yayınlatırız dedi. İkisi de aynı kişiden bahsediyormuş. Veysel POLAT, GAPGündemi. Yazdım verdim. Haber yazım yayınlanmıştı. Mutluluktan uçabilirdim. Daha sonra Remzi Bey'le karşılaştık. Yazını dedi gördün mü? Evet, dedim. 'Yazına benziyor muydu?' dedi. Biraz dedim. Espri yapmıştı belki ama çok kötü yazmıştım gerçekten. 2 yazıyı karşılaştırınca fark ettim. Yazımı düzeltmek için bir gece boyu çalışmışlar Veysel Bey'le.
KAMPÜSTE OLUP BİTENİ YAZMAYA BAŞLADIM
Basınla diyaloğa geçmiştik. Bu haberler Veysel Bey sayesinde ulusal dindar gazetelerde de çıktı. Bu durum kendimizi çok güçlü hissetmemizi sağlamıştı. Cahide Leyla'yla partileri ziyaret edelim dedik. İlahiyattan Esra da vardı o gün. Adamlar 'Ne işiniz olur bizimle' deyince , 'kamuoyu oluşturmak demişti' Urfa'daki bütün basına da haber verdik. Meğerse polis onlardan önce haber alıyormuş. Onlar gelmeden polisler geldi, Anavatan Partisi'nin kapısına. Bize kapıyı bile açmayan parti görevlisi nedense! Basını görünce çay bile ikram etti. Diğer partileri de ziyaret ettik. Arkamızda basın…
MHP'yi de ziyaretimiz esnasında 'bakar mısınız?' diye bir ses duydum. Emniyete kadar gitmemiz lazım, dedi, sesin sahibi. 'Hayır gelmem' dedim. Zorla götürmediler. 'Akşama bizi toplayacaklar' dedi Melahat. Ödüm kopmuştu.
Akşam korkudan çıldırmak üzereydim. Fatih abime gittim. Böyle böyle dedim. Korkma dedi abim böyle bir şey olursa buraya 50 tane avukat toplarım. Hem Urfa'da aşiret korkusu var. Kadınları kolay kolay götüremiyorlar. Fatih abim yine kalbimin gerçek Fatihi olmuştu. Devam edecek...