Nasıl başlamalı, nereden başlamalı, ne demeli bilmiyorum ki. Bu da bir 28 Şubat hikayesi mi desem? Bir başörtü yasağı mağdurunun hikayesi filan mı desem. Bir bakın bakalım, siz koyun bu yazının adını. Zaten yazılacağı da yoktu ya…
Sene 1997 Şanlıurfa İmam Hatip Lisesi mezunuyum. Üniversiteye giriş sınavlarına hazırlanıyorum. Ailem, üniversite eğitimi almam konusunda çatışma halinde. Babam olmadığı için o dönem bize babalık yapan abim 'Kız kısmının üniversitede ne işi var' düşüncesinde. Çünkü orası karma bir ortam. İmam Hatip gibi sadece kızlardan oluşmuyor. Ama annem okusun diyor. Böyle bir durumda tabii ki herhangi bir kursa, dershaneye gitme şansım olmadı. İnatla kendi kendime hazırlanıyorum.
Sonuçlar açıklandı. Hayatımın en mutlu günü… Leyla YILDIZ; Harran Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü… Bölüm puanı: 458. Benim puanım: 479,7… tam 22 puan farkla sınavı kazanmışım ve tek tercihim. Bu puanla İstanbul Edebiyat'ta okuyabilirdim. Bu da hep büyük bir ukde olarak kaldı. Başka bir şehirde okuma şansım yoktu.
Bölüm birincisi olarak başladım okula. Türk Eğitim Vakfı (TEV) bir burs veriyor o zamanlar, başarılı öğrencilere. Bölüm Başkanı Muhsin Hoca beni de yazmış ama vermediler. Çünkü fotoğrafım başörtülü. 'Bu yüzden mi hocam' dedim, 'Bir de İ.H.L çıkışlısın ondan da olabilir' dedi.
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ'NDE BAŞÖRTÜ YASAĞI BAŞLAMIŞ
Birinci sınıfı sorunsuz geçtik. Fakat İstanbul Üniversitesi'nde başörtü yasağı başlamış. İstanbul Eczacılıkta okuyor Fatih abim, bize pek bir şey anlatmıyor. Sonradan öğreniyorum, fotoğraflarını görünce. Çok büyük bir direniş var orda. Abimin binlerce kişilik yürüyüş eylemlerinde en önde pankart taşıyan fotoğraflarını görünce biraz korkuyorum, biraz da gururlanıyorum.
'URFA'DA OLMAZ, AŞİRETLER AYAĞA KALKAR' DEDİK AMA ÖYLE OLMADI
Ama her şeye rağmen bu görüntüler gelip geçici birer kabus gibi geliyor. Yok, canım burada olmazdı öyle bir şey. Hiç olacak şey mi diyoruz, Urfa gibi bir yerde kızların başını zorla açmak. Aşiretler ayağa kalkar. Ama öyle olmadı… Tam 20 yıl sonra o zamanki ajandamı elime aldım ve aynen yazmaya başladım.
1998-1999 EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI
Harran Üniversitesi 2. sınıfa başlayacağız. Bu sene başörtü yasağının tüm üniversitelerde uygulanacağını duymuştuk. Kimyada okuyan arkadaşım Zehra'yla yola çıktık. Bizim kampüs Diyarbakır yolu üzerinde. Okula yaklaştıkça oralarda büyük bir hareketlilik, uzaktan bile hissediliyor. Polis otobüsleri durmuş. Kampüsün önü mahşeri bir kalabalık. Kalabalığa yaklaştıkça mesele daha net anlaşılıyor. Yasak başlamış. Ben demiştim diyorum, bizim kızlara, burada uygulayamazlar. Kalabalık güven veriyor.
'AÇIK FOTOĞRAF VERMEZSENİZ DERS KAYDI YAPMAM'
O gün baktılar olmuyor, kampüse aldılar bizi; çünkü kalabalık ürkütücüydü. Kampüse alındık. Meğerse disiplin soruşturmalarıyla halledeceklermiş, kendilerince sorunu. Her yıl ders kaydıyla başlanır okula. Danışman hocamıza çıktık. Derslerde fırsat buldukça dinden diyanetten bahseden danışman hocamız vardı. Yusuf Hoca. Açık fotoğraf istiyor bizden. Yoksa yapmam kaydınızı diyor. Ders kaydı yapmazsan o dönemin boşa gitti sayılır.
Arkadaşım birini arıyor. Avukatmış. Böyle, böyle abi diyor. Siverekli hemşerisiymiş arkadaşımın Av. Şehmus ÜLEK. Bir de ortağı var. Fuat BALIKÇI. Bundan sonraki tüm süreçlerde yanımızda olacak olan manevi ağabeylerimiz. Sakın diyor Şehmus abi çıkıp gitmeyin, tutanak tutun, diyor. Tutanağı duyunca yapıveriyor kaydımızı Yusuf Hoca. Kendi tabirleriyle, emir kulu hepsi, ne yapsın. Ama öğrenci kimliği alamadık o sene. Olsun otobüslerde öğrenci yerine tam ücret veriveririz ne olacak.
'DERSLERE GİRMEYİN, HAKKINIZDA SORUŞTURMA BAŞLAR'
Hocalar girmeyin diyorlar derslere yoksa soruşturma başlar hakkınızda. Üstelik aynı suçun tekerrürü bir üst cezayı gerektirir. Uyarı cezasıyla başlar, okuldan atılmaya kadar gider. Plan bu. Anladık. Planlarını aynen uyguladılar. Defalarca değişse de okul yönetimi.
Sakın ha diyor Şehmus Abi sonra hiçbir hak iddia edemezsiniz. Neyse ki onu dinliyoruz. Derslerimize girmeye devam ediyoruz. Hocaların işine gelmiyor derse girişlerimiz. Hem bizim için hem kendileri için endişeliler belli. Mütedeyyin hocaların da başı belada, biliyoruz.
BU ARADA KAMPÜSTE NELER Mİ OLDU?
Bir haftalığına tüm öğrenciler dersleri boykot kararı aldı. Yine mahşeri bir kalabalıkla sesli, sloganlı protesto yürüyüşleri başladı, rektörlüğe doğru. İlk bildiriyi Hatice okuyacak. Hatice hep aynı… Protesto eylemlerinde bile neşeli, matrak, bağırıyor arkaya doğru: 'Hapiste yalnız bırakmayın ha! Temiz çamaşır gönderin bana' Gülmekten kırılıyoruz hepimiz.
MEHDİLERİ 'BAŞÖRTÜ TEFERRUATTIR' DEDİ, SAYIMIZ YARIYA DÜŞTÜ
Bir şeyler eksik ama. Birileri, bizden birileri, yok. Başörtü takmadığı halde Tülay var, Tuba var. Ama onlar, bizim gibi başörtülü olanlardan bazıları ve onların cemaatinden olan erkek kardeşlerimiz yok, yok, yok… Olmadılar… Bizimle olmadılar… Hayır, hayır, olmak istediklerinden eminim; ama olmadılar… 'Başörtü teferruattır' demiş. 'Sakın ha! Olaylara karışmayın demiş' Sayın Mehdileri. Onlar da karışmadılar. Bütün görüşlerden öğrenciler karıştı birbirine. Ama onlar karışmadı. Sayıca çoktular… 900 başörtülü öğrenci varken, onlar olamayınca 500'e filan indi. Gizli bir el Sayın Mehdileri aracılığıyla çekip almıştı içimizden onları.
YANIMIZDA DURAN HOCALARIMIZ GÖREVDEN ALINIYOR, SÜRGÜN EDİLİYOR
Kampüsün içinde her gün kıyamet kopuyor. Bir hafta sonra derslere girilmeye başlandı. Biz de girdik. Hocalarımız ısrarla 'Girmeyin ceza alırsınız' diyor. Neyse ki bunun çok mantıksız olduğunu öğrenmiş durumdayız. Hocalarımız da çok tedirgin. Allah var, hepsi de çok üzgün. Hasan Hoca derse ruh gibi giriyor. Bakışları çaresizliği haykırıyor. Hüseyin hocamız var. Topluyor bizi bir tarafa 'Gerekirse karpuz satarım' filan diyor. Bunları niye söylüyor, sonra anlıyoruz, dahası yorumluyoruz. Soruşturma açmaları istenmiş onlardan. Muhsin Hoca Bölüm Başkanımızdı. Görevden aldılar. Yerine Muammer hoca ( GÜRBÜZ ) getirildi. Sonra duyduk. Muhsin Hoca sürgün edilmiş. Soruşturma açmak istememiş diye… Hüseyin Hocadan da haber alamadık… Kaplan Hoca: 'isterseniz girin sınava ama uzaklaştırma cezası aldığınız için sınavınız geçersiz sayılır' diyor. Mahcup, üzgün yıkık…
EYLEMLERİMİZ DEVAM EDİYOR AMA HER GÜN BİRAZ DAHA AZALIYORUZ
Kampüsün içinde protesto eylemleri tüm coşkusuyla devam ediyor. Her gün biraz daha azalıyoruz. Eylemlerimiz yine de çok kalabalık. Protesto yürüyüşleri sayesinde okuldaki başka bölümlerden arkadaşlarla tanışıyoruz. Yasağın bize en büyük kazanımı bu oluyor. İroni yapmıyorum bizce gerçekten büyük kazanım.
İlk soruşturmalar verilmeye başlandı. Öğrencilik hayatımızda disiplin kelimesini telaffuz etmemişiz. Elimize verilen bu kağıtları ne yapacağımızı bilmiyoruz. Öte yandan çok da korkuyoruz. Soruşturma belgesini alıp eyleme katılıyoruz.
Protesto esnasında herkes soruşturma belgesini havada tutuyor. Bir ses geliyor erkeklerden yana. 'Yakın!' diyorlar, soruşturma belgelerini. Öfke dorukta. Erkeklerden hiç tanımadığım biri çakmak uzatıyor bana. Alıyorum çakmağı. Tutuyorum kağıdın altına. Korkuyorum. Ellerim titriyor. Çok korkuyorum.
Sloganlar… ZULME KARŞII DİRENECEĞİZ. BAŞÖRTÜYE UZANAN ELLER KIIIRRRIIILSIN. Benim ellerim fena titriyor. Çakıyorum çakmağı. Kağıt tutuşuyor. Elimde tutuşmuş bir kağıtla eylemin ortasında kalakalıyorum. Oradan bir ses: Siz de tutuşturun. Diğer arkadaşlar da atıyor soruşturma belgelerini ateşin üstüne. Kocaman bir ateş çıkıyor ortaya. Hangimizi nasıl ne şekilde ne kadar yakacağı belli olmayan…
GÖREVİNİ İHMAL ETME ENDİŞESİYLE GELEN POLİS KAMERAMANI
Kalabalığın ortasında kalmıştık. Sonra kalabalık aniden yarıldı. Görevini ihmal etme endişesiyle (ki böyle bir görevi ihmal etmek demek, otomatik olarak irticacı damgası yemek demekti) gelen bizim polis kameramanımız. Polis kameramanı iyice yaklaşıyor bize. En çok da bana.
Fişlenme korkusu sarıyor her yanımı. Geleceğim kararıyor gözlerimde. Bir anarşisttim o an. Öyle olmaya hiç mi hiç niyetim yoktu oysa. Anarşist değilsem niye çeksindi beni bu polis durup dururken. Sahi ne demekti anarşist? Belli bir tanımı var mıydı? Duyardık. Görürdük, televizyonlardan. Molotof bilmem nesini atarlardı bir yerlere anarşistler, araba yakarlar, cam kırarlardı mesela… Ha… Bir de en çok 'Kahrolsun devlet!' filan diye bağırırlardı. Yani galiba böyle bir şeydi anarşist olmak. Bilmiyorduk ki nasıl olunurdu anarşist… Oysa biz… Oysa biz… Hiç öyle şeyler yapmadık…
Yaklaşık 20 yıl sonra bir avm'de karşılaşıyoruz, bu kameramanla. Bakmadan edemiyorum. Bizi her an fişlemek için kamera çekimi yapan bu adamın yanında genç bir kız var, başörtülü. Adam da bakıyor bana. Tutamıyorum kendimi, hatırladınız mı beni diyorum? Evet, diyor. Bu sizin kızınız galiba diyorum. Evet, diyor. O da anlıyor ne demek istediğimi. Sözün bitiği yer diyorum, çekip gidiyorum, ağzımda o günlere dair acı bir tat…
Devam edecek...