İKİNCİ BÖLÜM
M. Sarmış: Pekâlâ Osman Bey. Yakında emekli de olacakmışsınız. Bundan sonraki hayatınızda da sağlık ve afiyetle beraber nice güzel hizmetler vesile olmanızı dilerim.
Şimdi babanız merhum Tenekeci Mahmut Güzelgöz'e gelelim. Önce biraz ailesinden, babasından, kardeşlerinden söz eder misiniz?
O. Güzelgöz: Biz "Bezki"/Baziki aşiretindeniz. Dedelerim Halfeti'ye bağlı Göklü taraflarından ve Bozova üzerinden 350-400 yıl kadar önce Urfa'ya gelmişler. Babamın babasına "İbe Baze" derler, Bozan'ın oğlu İbrahim demek. Babam babasını erken yaşlarda kaybetmiş. Beş yaşında kadarmış. Annesi Gözühoşlar'dan Halil kızı İslim… Üç çocukları olmuş. Babam ortanca. Bir abisi var. Biz onu, yani amcamızı hiç görmedik. Jandarma olduğunu ve bir çatışmada şehit olduğunu biliyoruz. Adı Osman. Bana onun adı verilmiş. Büyük abim İbrahim'e de dedemin. Amcamızın torunlarının soyadları "Beyazkuş"tur. Gülizar konukevi başta olmak üzere eski Urfa evlerinin restorasyonlarını yapan ve Ali Gülizar olarak bilinen girişimci Osman amcamın torunlarındandır. Babamın kendinden küçük bir de kız kardeşi olmuş. Adı Emine. Yani benim halam, aynı zamanda kayınvalidem olur. Halam'ın eşi (merhum Kayınpederim) Abdurrahman İnan, Akif İnan Ağabeyin amcasıdır. Emine halam da babamdan hemen sonra vefat etti.
M. Sarmış: Babanıza gelecek olursak…
O. Güzelgöz: Babam 17 Şubat 1919 tarihinde, demin benim de doğduğumu söylediğim Eyyubiye Mahallesi Yaman Sokak'taki küçük evde doğmuş. O sokağa Şanlıurfa Belediyesi daha sonra babamdan dolayı "Tenekeci Mahmut Hafız Sokağı" adını verdi. Tek odalı ve avlulu o ev hâlâ bize aittir. Bir köşesinde "tandırlık" dediğimiz küçük bir mutfağı, başka bir köşesinde tuvaleti olan küçük bir evdi. Tek odasının arkasında, merdivenle çıktığımız "maskan"ı (kiler) vardı. Evin üstü de yine eski Urfa evlerinin çoğu gibi topraktı. Kar yağdığında odanın içine sızmasın diye kürelemek gerekirdi. Yağmur yağdığında da yine aynı sebeple toprağı sıkıştırmak için loğlamak gerekirdi. Odanın altında bir mağara vardı. Serin olduğu için bir çeşit soğuk hava deposu işlevi görürdü. Oraya komşular dâhil peynir ve benzeri yiyeceklerimizi koyardık.
M. Sarmış: Biliyorsunuz o mağaralar aslında kaya mezarı…
O. Güzelgöz: Evet. İslam öncesi dönemin kaya mezarları. O bölgede çoktur. Birçok evin içinde bulunur. Evimizin yakınında Miskinler Camii vardır. Bir dönem orada "kötürümler" anlamında "kutiler" denilen miskinler, bakıma muhtaç kimseler yaşamış. "Kutiler" diye diye kelime zamanla "Kötüler"e dönüşmüş. Bundan dolayı oraya eskiden "Kötüler Mahallesi" denirdi. Sonraları Eyyubiye adı öne çıktı, o olumsuz anlamlar çağrıştıran kelime de unutuldu.
İşte babam o mahallede, o evde doğup büyümüş. Biz de orada doğduk ve uzun süre yaşadık. 1969 yılında babamın öğrencileri kendisi için Türkmen Sineması'nda bir jübile gecesi düzenlemişler. Aralarında Mehmet Özbek, Lütfü Emiroğlu, İbrahim Özkan, Vefik Ataç, Abdullah Balak gibi babamın yetiştirdiği önemli isimler var. Elde edilen gelirin masraflar çıktıktan sonra kalan kısmını babama takdim etmişler. O parayla evimize elektrik çektirdik. Avlunun boş bir tarafında iki tane oda yaptırdık. O ev hâlâ duruyor. Yalnız bir süredir boş.
M. Sarmış: Babanızın çocukluğuna dönelim. Hiç okula gitmemiş diye biliyorum.
O. Güzelgöz: Evet, okumayı daha sonra öğrenmiş. Kendi merakı ve becerisiyle. Dinleme ve ezberleme kabiliyeti çok yüksek. Diyebilirim ki, birikimlerinin yüzde seksenini dinleyerek edinmiş. Cemaatlerde çok oturmuş. Büyük âlimlerle, fazıl insanlarla, ustalarla, bestekârlarla çok vakit geçirmiş. Bildiklerinin çoğunu oralardan elde etmiş. Okumayı da başkalarına okutup dinleyerek öğrenmiş. Okuma yazma bilmediği halde eve sürekli gazete getirirdi. Evde kim okuma yazma biliyor? Önce abim, sonra okula gidince ben. Bize okuttururdu. Biz okurken harflere baka baka öğrenmiş. İnanılmaz bir zekâsı ve hafızası vardı. Muhtemelen devrin gereği hocaya gitmiş olduğu için Kur'an okumayı biliyordu. Onun da faydası olmuş olmalı. Türkçe okuma yazmayı otuzlu, kırklı yaşlardan sonra öğreniyor. Öğrenince de kitap okuyor. Belki kütüphanede çalışmasının de etkisiyle ilmihal, fıkıh, tefsir, hadis, tarih gibi klasik İslami eserlerin bir kısmını tekrar tekrar okudu. Biz buna şahidiz. Hatta merak ettiği veya çözemediği bazı hususları bize sorardı.
M. Sarmış: Diplomayı nasıl almış?
O. Güzelgöz: Elli yedi yaşında almış. Sağ olsun hemşerimiz Necmettin Cevheri, "Mahmut Usta'ya nasıl yardımcı olabiliriz?" diye bir arayış içine girmiş. Bir işe girmesini istiyor, bunun için de diplomaya gerekli. Okul Müdürü Faruk Behçet Akay yardımcı olmuş. Böylece İl Kültür Müdürlüğünde işçi kadrosu ile işe almışlar. Önce Urfa Müzesi'nde, sonra İl Halk Kütüphanesinde işçi olarak çalıştı. 1987 yılında 65 yaşını doldurunca da emekli oldu.
M. Sarmış: Başa dönelim. O dönem okula gitmeyen çocuklar, hatta gidenler de, bir meslek öğrenmek için çırak olarak bir işe giriyorlar.
O. Güzelgöz: Evet. Bilirsiniz eskiden çırağa "şegirt", yani şakirt denirdi. Hem bir meslek öğrensin, hem de mahallede başıboş kalmasın diye babam da altı yedi yaşlarında önce kürkçü ve kunduracı ustalarının yanında şegirtliğe başlıyor, sonra dayısı Süleyman onu kendi yanına alıyor. Efkaroğlullarındandır. Sonradan soyadları Gözühoş oldu. Babam tenekeciliğe böyle başlıyor. Dükkân Haşimiye'de. Artık her gün yaya olarak Eyyubiye'den Haşimiye'ye gidip geliyor.
M. Sarmış: Bir ara çaycılık da yapmış galiba.
O. Güzelgöz: Evet, askere gitmeden önce kısa bir süre Mençek Hanında çay ocağı açıp çaycılık da yapmış.
M. Sarmış: Sırası geldiğine göre onu da soralım. Askerliği nerede ve ne zaman yapmış?
O. Güzelgöz: Balıkesir Bandırma'da… 1942 yılında İkinci Dünya savaşı devam ederken gitmiş. Bize dediğine göre sözü ve müziği kendisine ait olan tek beste de o döneme aittir. "Çadır kurdum Bandırma'nın düzüne" diye başlayan bir türküdür. Kaynak kişi olarak ondan alınan diğer bütün eserler, ustalarından öğrendiği anonim türkülerdir. Bu arada belirteyim, babam askerde iken iki kere de firar etmiş.
M. Sarmış: O niçin?
O. Güzelgöz: Belki yetim büyüdüğü için, belki sesi güzel, daha o genç yaşlarda bile Urfa meclislerinde aranan biri olduğu için. Dayanamamış olmalı. O yüzden 3 yıllık askerliği ancak 6 yılda bitirmiş. Tamamı Bandırma'da geçmiş.
M. Sarmış: Orada kendisinin müzik yanından istifade etmemişler mi?
O. Güzelgöz: Anlatırdı bazen, arkadaşları arasında söylermiş. Ama muhtemelen savaş yılları olduğu için üstleri tarafından o işlere pek bakılmamış.
M. Sarmış: Eskiden askerlikten önce evlenme çok yaygındı. Onun evliliği ne zaman?
O. Güzelgöz: Askerlikten sonra. Sürekli olarak müzik meclislerinde bulunması, dağ yatılarına katılması hayatı biraz farklı yaşamasına sebep olmuş. Sonradan bize "O zaman isteseydim de belki bana kız vermezlerdi." derdi.
M. Sarmış: Annenizin adı neydi? Babanızla anneniz arasında bir arabalık var mı?
O. Güzelgöz: Annemin adı Zeliha. Ailesinin soyadı "Diler". Babamla aralarında uzaktan akrabalık var. Annem Suruçludur. Eski Belediye Başkanımız Ahmet Bahçıvan'ın akrabasıdır. Mehmet Akif İnan'ın ailesi ile de akrabalığımız oradan gelir. Dedelerimiz teyze çocukları oluyor. Bu yüzden Akif abi de dâhil olmak üzere hepsi babama "Dayı" derlerdi.
Evet, annemin dediğine göre onu istemeye geldikleri zaman, bazıları "Bu adam hovardanın teki. Dağ senin bağ benim türkü, şarkı söylüyor." filan deyip caydırmak istemişler. Tabii o zaman görücü usulü oluyor bu işler. O zaman babam genç tabii, yakışıklıymış da. Annem pencereden bakmış, beğenmiş.
M. Sarmış: O zaman damatlar istemeye gitmezdi, nasıl olmuş öyle?
O. Güzelgöz: Haklısınız. Muhtemelen isteme değil de teşekkür için sonraki bir seferde olmalı. Dedem sağın solun dediğine bakmamış, vermiş. 1950'de istemişler, 1951'de evlenmişler.
M. Sarmış: Kaç çocukları olmuş?
O. Güzelgöz: 12 çocuk. İbrahim abim, sonra ablam, bir ablam daha. Ben dördüncüyüm. Biri kız, biri erkek ikisi küçükken ölmüş. Biri hastalıktan, diğeri salıncaktan düşüp beyin kanaması geçirerek ölmüş. Altısı kız, dördü erkek yaşayan on kardeşiz. Hemen hemen iki yılda bir çocuğa tekabül ediyor. Sağlıklı doğum olması için gereken 20-24 aylık aralarla… Sonraları ben Sağlık Bakanlığında çalışmaya başlayınca "Bunu nasıl ayarladınız?" diye anneme takılırdım.
M. Sarmış: Bizde de öyledir. Doğal bir durum sanıyorum. Özel bir ayarlamaya gerek kalmıyor yani. Peki, bu kadar çocuktan kaç torunu oldu? Aklınızda bir sayı var mı?
O. Güzelgöz: 41 torunu oldu. Annem vefat ettiği zaman 20'den fazla da torununun çocuğu olmuştu.