URFA HALK KÜLTÜRÜ ARAŞTIRMACISI ABUZER AKBIYIK -1

Abone Ol

Abuzer Beyin adını daha önce çok duymuştum, çalışmalarından az çok haberim vardı. Bir iki yerde karşılaşmış, belki ayaküstü konuşmuş da olabiliriz. O kadar.
    
Röportaj listeme aldıktan sonra telefonla görüşmüş, Urfa'ya geleceği zamanı gözetlemeye başlamıştım.
    
Geleceği tarihi söyleyince hazırlanmaya başladım. O zaman gördüm ki Urfa'ya tahminimin çok ötesinde emeği var, hizmeti var. Röportaj sırasında bu kanaatim daha çok pekişti.
    
Çocukluğundan itibaren başta müzik olmak üzere Urfa halk kültürünün her alanı ile yoğun olarak uğraşmış, sadece uğraşmakla kalmayıp bizzat icrasına katılmış. Araştırmış, sormuş, soruşturmuş, kayıt tutmuş. Bu amaçla ağırlıklı olarak Urfa merkezinde, ama sırası geldiğinde ilçelerinde, köylerinde dolaşmış. Urfa ile ilgili her konuyla ilgilenmiş, yazmış, çizmiş, radyo ve televizyon programları yapmış, projeler hazırlayıp sunmuş, bunların uygulanması için her yolu denemiş. Bütün bunların sonucunda da ortaya büyük bir kitap külliyatı koymuş, binlerce kayıttan oluşan muazzam bir arşiv oluşturmuş.
    
Bu arada mali müşavirlik ve denetçilik mesleğini de ihmal etmemiş, Urfa sanayinin gelişmesi için büyük gayretler göstermiş.
     
2006 yılından beri yerleştiği Ankara'da da bütün bu profesyonel ve kültürel çalışmalarını sürdürmüş, sürdürüyor.
Urfa'dan da asla vazgeçmemiş. Tam bir "Urfa sevdalısı". Kendi ifadesiyle gönlü hep Urfa'da kalmış. Sık sık gelmiş, gelmeye de devam ediyor.
    
Önce 9 Temmuz 2024 Salı günü saat 13.30'da Ellisekiz Meydanı'nda bulunan İlim Sanat Merkezi'nin o çok güzel Urfa evinde buluştuk. Yakın arkadaşı İbrahim Tezölmez de bize eşlik etti. 

Bundan dolayı İSM Merkez başkanı Sevgili Cüneyt Yavuz kardeşime ve nezaketi ve ikramlarıyla bizi çok memnun eden merkez görevlisi Aynzeliha Kesik Hanım kızımıza çok teşekkür ederim.
    
Abuzer Bey sohbetin başında kitaplarından bazılarını imzalayıp takdim etti. Bazen üçlüye dönen sohbetimiz çok uzun sürdü, o gün bitiremedik. Birkaç gün sonra Ankara'ya döndüğü için 28 Temmuz akşamı yaklaşık iki saat de telefonla devam ettik. Ayrıntılar için tekrar tekrar görüştük. Metni kendisine gönderdim; büyük bir titizlikle gözden geçirip, kendi arkadaşlarıyla da görüşerek gerekli düzeltmeleri yaptı. Bu vesileyle onun da kuşağındaki birçokları gibi "mükemmeliyetçi" yapısını görmüş oldum. 
    
Şimdiye kadar ki en uzun röportajlardan biri oldu. 

***

M. Sarmış: Urfalıların çok klasik bir sorusuyla başlayalım; "Kimlerdensiniz?"

A. Akbıyık: Şeddadi Aşiretindeniz.

M. Sarmış: Aşiretinizden kısaca bahsedebilir misiniz?

A. Akbıyık: Ben tarihçi değilim. O konuda özel bir çalışmam da yok, ama büyüklerimizden duyduklarımı ve okuduklarımı söyleyebilirim. Buna göre aşiretin geçmişi Selahaddin Eyyubi zamanına kadar gidiyor. 600-700 yıl kadar önce Azerbaycan'dan gelmişler, bir kısmı doğu illerinde kalmış, üç kardeş Urfa'ya gelip merkez ve Suruç tarafına yerleşmiş. Sınır köylerinde ve Suriye tarafında da aşiret mensupları vardır. Çeşitli yörelerde olan aile mensupları, Soyadı Kanunu ile yüze yakın değişik soy isimleri almışlar. Şanlıurfa merkezinde Şelli, Aybar, İnan, Balyemez, Çadırcı,  Şansal gibi soy isimlerini alan aileler bu aşirete mensuptur. Hakeza benim mensubu olduğum "Akbıyık", dayılarımın mensubu olduğu "Atlas" aileleri de öyle. Şanlıurfa'nın düşman işgalinden kurtarılması için 4-5 Eylül 1919 gecesi Güllüzâde Hacı Osman Efendi'nin evinde eşraf ve aydınlardan 12 kişi toplanmışlar, önemli kararlar almışlar, Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin temellerini atmışlar. Urfa'nın kurtuluşunda önemli etkinlikleri olan bu kişiler halk arasında "Onikiler" olarak adlandırılmaktadır. Bu kişilerden biri de Ali Şelli (Esnaftan Şellizâde Ali Ağa) olup bizim aşiretimizdendir. Yine dedem Abdullah Atlas da önce Doğu Cephesinde dört yıl savaşmış, daha sonra da Urfa kurtuluş mücadelesine katılmıştır. Akabe-Şebeke mevkiindeki düşmanla göğüs göğüse çatışmaya da katılmış, o anları daha sonraları bize bizzat anlatmıştır.

M. Sarmış: Sırası gelmişken bu "aşiretli" olmak ve "aşiretçi" olmak üzerine de düşüncelerinizi alabilir miyim?

A. Akbıyık: Aşiretler ve ağalık kurumu bölgemizin bir gerçeğidir. Özellikle siyasette ve seçimlerde ön plana çıkmaktadır. Ben aşiretin, iyi günde kötü günde bir arada olma, yardımlaşma, dayanışma yönü ile yararlarına inanıyorum, fakat siyaseten alınan kararlara gözü kapalı uyulmasının, irdelenmeden, sorgulanmadan biat edilmesinin doğru olmadığı kanaatindeyim. Geniş bir aileden biri siyaseten ön plana çıkmak istiyorsa, tahsili, bilgisi, görgüsü, temsil kabiliyeti gibi her yönü ile liyakatli olması gerekir. 

Bir aşirete, geniş bir aileye mensup olmak ve onunla gurur duymak elbette güzel bir şey; ben de gurur duyuyorum. Fakat şuna inanıyorum; bir aşirete mensup olmak yeterli değildir; fert olarak sen nesin? Kültürün, tahsilin, kariyerin ne düzeyde? Ailene, vatanına, milletine faydalı olabildin mi?  Şahsın için çalıştın, çabaladın, kazandın; iyi güzel de, toplum yararına ne yaptın? Ticaret, tarım, hayvancılık, sanayi, turizm, eğitim, enerji gibi konularda ne gibi bir başarın var? 

Hangi sivil toplum kuruluşunda gönüllü çalıştın? Çevre konusunda, kültür, sanat, edebiyat, folklor alanında ne yaptın? Memleketin için bir taşı bir taşın üstüne koydun mu? Siyasi tercihlerini kullanırken sorguladın mı, özgür iradeni kullandın mı? Aşiretlerin etkin olduğu memleketimizde, bu soruları hemen herkesin kendi kendine sorması gerektiği kanaatindeyim.  

Son zamanlarda kentleşme, modernleşme, okuryazarlığın artması, iletişim araçlarının yaygınlaşması, ekonomik koşulların iyileşmesi, sanayileşme, iş imkânlarının artması gibi gelişmeler sonucu aşiretlerin etkinliğinin zayıflamakta olduğunu gözlemlemekteyiz. 

M. Sarmış: Dedelerinizden devam edelim.

A. Akbıyık: Anne tarafından dedemin ismi Abdullah; "Aboşıddole" derler. Küçükken annesi onu "Şıddo" diye sevdiğinden o isimle anılmıştır. Baba tarafından dedemin ismi de Abuzer'dir. Lakabı "Abuzer Dik". "Dik" Kürtçe horoz demek. Dedem mizaç olarak biraz asabi, her şeyi kabul etmeyen, dik duran biri imiş, bu nedenle mizacını horoza benzetip "Abuzer Dik" demişler. Abdullah ve Abuzer her iki dedem de Şeddadi aşiretine mensuptur. Benim adım da dedemden gelir. Ben de, her şeyi kabul etmem, sorgularım, kim söylerse söylesin, yanlışa itiraz ederim, bu huyum herhalde dedemden geliyor.   

M. Sarmış: Baba ve annenizin isimleri?

A. Akbıyık: Annemin ismi Hatice, babamınki Müslüm.

M. Sarmış: Babanızın mesleği?

A. Akbıyık: Esas mesleği marangozluk. Dükkânı Nacar Pazarındaymış. Daha sonra müteahhitliğe başlamış; bizim yetiştiğimiz dönemde müteahhitlik yapıyordu. 60'lı yıllar… İşyeri Topçu Meydanı'ndaydı. 

M. Sarmış: Kaç kardeşsiniz?

A. Akbıyık: Yedi kardeşiz. Dört erkek, üç kız. Büyük abim Aziz rahmetli oldu. Onun küçüğü olan Fatma ablam da rahmetli oldu. Sonra Aysel var, Emine var. Sonra beşinci sırada ben varım. Benden sonra da Mehmet kardeşim var; Harran Üniversitesinin Coğrafya bölümünde doktor öğretim üyesi. En küçüğümüz Ömer; o da İstanbul'da avukattır.

M. Sarmış: Mehmet Beyi tanıyorum, daha önce okul müdürü idi. 

A. Akbıyık: Evet.

M. Sarmış: Peki artık size gelebiliriz. Ne zaman, hangi mahallede doğdunuz?

A. Akbıyık: Resmi doğum tarihim 1958'in aralık ayı.

M. Sarmış: Resmi olmayan da var mı? Eskiden çok var öyle.

A. Akbıyık: Haklısınız, eskiden nüfusa bire bir aynı gün yazdırmıyorlardı. Muhtemelen yıl aynıdır, ama ay ve gün farklı olabilir. Çünkü annem derdi ki "Kara üzüm ve incir zamanı doğdun." Eğer öyle ise ağustos ayına denk gelir. 

M. Sarmış: Hangi mahalle?

A. Akbıyık: Kalaboynu'nda doğmuşum. Şimdi Tepe Mahallesi deniliyor. Abamor Camii'nin olduğu meydanın yanından aşağı çarşıya inerken, sol taraftaki evde. 

M. Sarmış: Oraları biraz biliyorum. O meydanın özel bir adı var mıdır?

A. Akbıyık: Bilmiyorum, biz sadece "Meydan" derdik. Orada doğmuşum, ama orada fazla kalmamışız, belki aynı yıl Sarayönü taraflarına gelmişiz. Yusuf Paşa Mahallesine… Kapaklı Pasajı'nın arka tarafından Karakoyun Deresine giden yolun üzerinde bir cami vardır.

M. Sarmış: Nur Zehraiye Camii… Biliyorum, Kamberiye'den Sarayönü'ne gidip gelirken çok geçtim önünden.

A. Akbıyık: Abdülkadir Badıllı Hocanın da ikamet ettiği camidir o. Allah rahmet etsin. Tam karşısındaki ev bizim evimizdi. Birkaç sene orada oturduk. Daha sonra iki sene de Harrankapı'da oturduk. Babam 1964'te Bahçelievler'de bize bir yer almıştı, iki katlı bir ev yapıyordu.

M. Sarmış: Bahçelievler'in ilk kurulduğu sıralar…

A. Akbıyık: Evet. Evimiz yapılıncaya kadar Harrankapı'da teyzemgilin evinde oturduk. Teyzemin kocasına, çok iyi çiğköfte yaptığı için "Çiküfte Reşit" derlerdi. Bakkallık yapardı. Harrankapı'dan girince hemen karşıdaki bakkal dükkânı onundu. Şimdi onun yeğenleri var. İki yıl onların evinde kaldık.