ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

M. Sarmış: Artık okula gelebiliriz. Ne zaman, hangi ilkokula gittiniz?

M. Karakaş: O zaman abim gidip kendi kendini o civardaki Şehit Nusret Mektebine kaydetmiş. Mahmut Uğurlu adında bir öğretmenleri vardı. Çok iyi bir öğretmenmiş. Birinci sınıftan beşinci sınıfa kadar abimi o okutmuş. Artık önce mi, mezun ettikten sonra mı, bilmiyorum, babamın yanına gelmiş. Babam, o sırada artık köyü bırakmış, şehirde çalışıyor. Su Meydanı'nın oralarda bir değirmende. "Abdi Usta, bu çocuk çok zeki. Bunu okut." demiş. Hakikaten öyleydi abim, çok çalışkandı. Zaten de sonuna kadar okudu.

M. Sarmış: Şehit Nusret, o zaman şimdiki yerinde değildi diye biliyorum.

M. Karakaş: Evet. Basmahane'deki taş binada değildi o zaman. Camikebir Mahallesindeki başka bir sokakta, hayatlı bir evdeydi.

M. Sarmış: Ben orayı biliyorum. Eski Urfa yürüyüşlerim sırasında görmüştüm. Daha doğrusu yanına kadar gitmiş, ama kapalı olduğundan dolayı içini girememiştim. Eski adı Şehit Nusret olan 1351. Sokakta, "Çirkinlerin Kabaltısı"nın karşısında. Eskiden "Ermeni Katolik Kilisesi" imiş. Ermenilerin Urfa'dan ayrılmasından sonra okula çevrilmiş. Şehit Nusret İlkokulunun ilk binası orası. 1950'lerin ortalarında şimdiki taş binaya taşınmış. Eski bina da satılmış, ev olarak kullanılmaya başlanmış.

M. Karakaş: Evet, aynen öyle. Suruçlu biri almıştı. Biz de 1982 yılında o evin çardağında beş altı ay kadar kiracı olarak oturduk. İşte abim okul orada iken kaydolmuş. O zamanlar bırakın kızları erkek çocukları bile kolay kolay okula göndermezlerdi. O zamanlar geçerli herhangi bir mesleğe şegirt olarak verirlerdi. Hem erkenden meslek sahibi olsun, hem evin geçimine ufak da olsa bir katkıda bulunsun diye…

M. Sarmış: Ama sizin babanız öyle düşünmemiş. Sizi okula göndermiş.

M. Karakaş: Doğrusu ben başlangıçta okula gitmeyi istemiyordum. Çocukken içine kapanık, çok cılız bir şeydim. Gerçi bu içine kapanıklığı ömür boyu üzerimden tam olarak atabildiğimi söyleyemem. Neyse… O zamanlar çocukları okula gitmeye heveslendirmek için okulların açılmasına yakın trampet takımları ve izci öğrenciler okul formaları ile marşlar eşliğinde mahallede yürüyüş yaparlardı. Siyah önlük, beyaz yaka… Millet çoluk çocuk kapıya veya damlara çıkarak seyrederdi. Okula başladığım 1951 senesinde de öyle olmuştu. Öğrencilerin yürüyüşünü zevkle izlemiştim.

Fakat yine de çok istekli değildim. O yıl abim son sınıfta idi. Beni de okula o kaydetti. Babam okuma yazma bilmediği gibi sürekli çalıştığı için bu işlere ayıracak vakti de yoktu. Okulun ilk günü abimle beraber gittim, ama hiç hoşuma gitmedi. Abime karnım acıktı diyerek eve gitmek için müsaade istedim. Anlayacağınız, daha okula gittiğim ilk gün kaçtım. (Gülüyor.) Anne ve ağabeyim okulu sevdirmek için ne kadar dil döktülerse de dinlemedim. Nihayet annemin "Baban duyarsa seni çok döver." demesi üzerine korkudan razı oldum. Ertesi gün istemeye istemeye gittim.

M. Sarmış: Öğretmeninizi hatırlıyor musunuz?

M. Karakaş: Sevgi veya Sevinç adında yeni atanmış İstanbullu genç bir hanımdı. Çok iyi bir öğretmendi. Öğrencilerini çok severdi. Öğrenciler de onu. Ben de çok sevdim. Unutamadığım ilk öğretmenim oldu. Onun sayesinde okulu da sevdim. Çalışkan bir öğrenci oldum. Okulu bitirinceye kadar çalışkandım. Hatta okulun en iyilerinden biriydim.

M. Sarmış: O yıllarda okullar trahomlu ve trahomsuz diye ikiye ayrılmış. Şehit Nusret trahomluların okulu diye duymuştum.

M. Karakaş: Evet. Yine trahom kontrolü yaptılar. Gözü trahomlu olmayanları başka okula gönderdiler. Ben de trahomlu olduğum için okulumda kaldım.

O yıla ait önemli olduğunu düşündüğüm bir hatıram var. Öğretmenimiz okulların açılmasından iki üç ay sonra bizi geziye götürdü. Bugün Balıklıgöl denilen Halilürrahman ve Aynzeliha Göllerini, Rızvaniye Camii'ni ve o çevreyi ilk defa gördüm. Gölün batı ve güney batı kıyılarında Halilürrrahman Medresesi vardır.

Bir de tam kuzey batı köşesinde "Yarım Kubbe" dediğimiz bir oda. Medrese hocalarının dinlenme odası. İşte onun batısında birkaç basamakla inilen eyvan gibi bir yer vardı. Biz de indik. Çok güzel bir yerdi. Tavanı tonozlu idi, tabanından su akıyordu. Duvarı boydan boya mozaiklerle kaplı idi. Orada epeyce oyalandık, suyla oynadık. Sonra oraya ne oldu, bilmiyorum. Herhalde kaybolup gitmiştir. Sonradan o bölgede yapılan kazılarda zemini mozaikli çok yer çıkmıştı.

Gölün güneyinde de üç dört tane ev vardı. Çok güzel evlerdi. Sonradan Vali Kadri Eroğan tarafından yıktırıldı.

M. Sarmış: Maalesef birçok değerli eser bu şekilde yok edilmiş hocam. Bu arada hatıralarınız o döneme dair önemli ipuçları barındırıyor. İlkokula dair anlatmak istediğiniz başka bir şey var mı?

M. Karakaş: Parça parça şeyler… Mesela o zamanlar yılda üç karne alınırdı. Sanıyorum ikinci karne sırasında okulumuz tamir edileceği için bizi "Büyük Yol" dediğimiz Vali Fuat Caddesindeki Cumhuriyet İlkokuluna gönderdiler. Bir karne dönemi orada okuduk. O da çok güzel bir taş bina idi. Ne yazık ki sonradan onu da yıktılar. Yazık ettiler.

Milli bayramları hatırlıyorum. Eskiden çok coşkuyla kutlanırdı. Okul ve öğrenci sayısı az olduğu için Atatürk Bulvarı üzerindeki stadyumda kutlanırdı. Orası da yakın zamanda yıkıldı. Düşünüyorum da çocukluğumuza ait ne kadar çok bina yıkılmış, kaybolmuş. Bayram dönüşleri başöğretmenimiz (okul müdürü) Ali Galip Aksoy "Aferin çocuklar! Bayramın birincisi biz olduk." derdi. Her sene biz birinci olurduk. Çok sevinirdik.

M. Sarmış: Ben de ilkokulu Kamberiye'de Şerif Özden İlkokulunda okudum. Bizim müdürümüz de bizim birinci olduğumuzu söylerdi. Herhalde bütün okullara müdürleri öyle derdi.

M. Karakaş: Herhalde… Bu arada öğretmenimiz de değişti. Sevgi Hanım o yılın sonunda gitti. İkinci ve üçüncü sınıfta bizi Mustafa Aydın okuttu. Dördüncü sınıfta önce Faruk Barut adlı lise mezunu bir vekil öğretmen geldi. O zaman yüksekokul mezunları az diye lise mezunlarına da vekil öğretmenlik görevi verirlerdi. Bir müddet sonra da öğretmenimiz Necdet Akçar oldu.

Aklımda kalan bir şey de Atatürk'ün Etnoğrafya Müzesindeki na'şının, artık bitirilmiş olan Anıtkabir'e nakli idi. 1953 yılı 10 Kasım'ı... O gün okulun bahçesinde bir tören yapılmış, bize konu hakkında bilgi verilmişti. Sonra da bahçede kalmak kaydıyla gün boyu serbest bıraktılar. Ders yapılmadı.

M. Sarmış: Ne zaman mezun oldunuz?

M. Karakaş: Beşinci sınıfa geçtiğim 1955-56 yılında okulumuz, şimdi Demokrasi Caddesi dedikleri yol üzerinde bulunan eski Basmahane binasına taşındı. Sultan Hamid zamanından kalma üç katlı taş bina. Çok güzeldir. Hâlâ durur. Şimdi galiba İmam Hatip Ortaokulu olmuş.

M. Sarmış: Evet. O yıllarda beşinci sınıftan mezun olurken sınav yapılırdı.

M. Karakaş: Tabii. Biz imtihan derdik. Son sınıfta öğretmenimiz Fethi Toker'di. Sonradan profesör oldu. Bitirme sınavını verip ilk mektep şehadetnamesini (diploma) almaya hak kazandım. Yıl 1956. O yıllarda Urfa'da çok az ilkokul vardı.

Bizim Şehit Nusret'ten başka Yıldız Meydanı'nda Atatürk, Asfalt Yol'da Vatan, Ellisekiz Meydanı'nda 11 Nisan Kurtuluş ve onun biraz ilerisinde Beykapısı'na yakın Turan okulları… Ortaokul bir taneydi. Bir lise, bir de sanat mektebi vardı. Ortaokul ile Urfa Lisesi aynı binada tek okuldu; müdür ve müdür yardımcıları aynı idi. Sabahleyin lise, öğlenden sonra da ortaokul talebeleri ders görürdü. Ben de oraya kaydoldum. Ortaokulda, ilkokuldaki kadar çalışkan değildim, ama ben beni kurtarıyordum.

Burada anlatacağım hoş bir şey var. Zannedersem orta ikideydik. Babam o zaman Bediüzzaman Mezarlığının rampasındaki bir değirmende çalışıyordu. Şimdi yıkıldı. O değirmen Su Meydanının muhtarı Rahmetli Kadir Kavasoğlu'nundu. Ben de arada bir babamın yanına gidip geliyorum. İcabında seher/sahur yemeğini götürürdüm. O sırada Şirket'e yakın bir evde oturuyorduk. (O sırada elektrik üretmek üzere bir şirket tarafından kullanılan, eski katedral, bugünkü Selahaddin Eyyubi Camii. M. S.) O zaman okulda üç karne verirlerdi. Biz orta ikide iken yine üç müydü, ikiye mi düşürmüşlerdi, hatırımda değil. Devrin Valisi Kadri Eroğan okula gelmişti, karneleri dağıtıyordu.

1957-58 yılları olması lazım. Vali demiş ki "Herkesin velisi gelsin. Karneleri onlara vereceğim." Ben de babama ilettim. O zamana kadar bizim babalarımız ne bir daire görmüş, ne resmi bir yer görmüş... Gitmeye cesaret edemiyor.

Onun için değirmen sahibi olan Rahmetli Kadir Kavasoğlu'na sen git diye rica etmiş. O da "Ya Abdi Usta, şimdi gitsem benden para isterler." demiş. Adam doğru söylüyor; o zaman böyle şeyler olurdu; velileri çağırıp okul için para toplarlardı. Bunun üzerine babam kalkıp kendisi okula gitmiş. O dönem karnem çok iyi olmasa da zayıfım yok, iyi sayılır.

Sonradan eve gelince anlattığına göre; Vali karnemi babama verirken, bir karneme bakıyor, bir kendisine bakıyor. Babamın üstü başı un içinde. "Aferin. Tebrik ederim." diyor. Sonra da dönüp okula gelen diğer velilere diyor ki: "Bakın bu adam değirmende çalışan bir rençber, fakir bir adam. Oğlunun karnesinde bir tane bile zayıf yok. Siz bu kadar zenginsiniz, bu çocuklarınız niçin çalışmıyor?" Babamdan para filan da istemiyor. Babam eve geldiği zaman çok sevinçliydi, gururlanıyordu.

M. Sarmış: O yıllarda Amerika'nın Marshall Planı çerçevesinde öğrencilere bazı gıda yardımları yapılıyormuş. Siz de aldınız mı?

M. Karakaş: Evet ya! Süt tozu, peynir, margarin filan dağıtırlardı. Suni gıdalarla ilk defa o zaman karşılaştık.